Konya
24 Nisan, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.94
  • ALTIN
    2428.5
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66700$

Saadetlerin En Büyüğü Takva İle Yaşamak

03 Temmuz 2017, Pazartesi 07:24

Takva, bir kulun Allah’ın bütün emir ve yasaklarına uymaya çalışması ve bu konuda titiz davranması, bütün benliği ile Allah’a yönelerek kendisini Allah’tan alıkoyan her şeyden uzak durması demektir.

Dini bir terim olarak takva: "Allah'tan korkarak O'nun emirlerine uymak ve yasaklarından sakınarak azabından korunmak" demektir. İnsanın en mühim sorumluluğu, kendisini yaratan Allah’a karşı olanıdır.

İslâm’a göre insanlar arasındaki üstünlük, ırk, renk ve millet gibi yaratılıştan gelen ve elde olmayan bir tâlih meselesi ile değil, insanın irâde ve gayretiyle elde ettiği Cenâb-ı Hakk’a yakınlık, fazilet ve takvâ derecesiyle ölçülür. Allah katında, O’nun emir ve yasaklarına daha çok titizlik gösteren, yeryüzünde üstlendiği beşerî mesuliyeti en iyi şekilde yerine getiren mü’min, böyle olmayanlardan daha üstündür. Irk, ancak fânî olan cesede ait bir keyfiyettir. Cesed, rûha giydirilmiş bir kılıftan ibârettir. Rûh ise ebedîdir ve onun bir ırkı da yoktur. Zira bütün ruhlar Allah’tan gelmiştir.(1)

Takva sahibi kimseye muttaki denir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de muttakiler övülmüş, muttakilerin özelliklerinden şöyle bahsedilmiştir:

“…yakınlara, yetimlere yoksullara, yolda kalmışlara, sevdiği maldan harcamak, namaz kılmak, zekât vermek, anlaşma yaptığı zaman sözünü yerine getirmek, sıkıntı ve hastalık zamanlarında sabretmek, Allah’a ve Resulüne itaat etmek, bollukta ve darlıkta Allah için harcamak; öfkelerini yutmak ve insanları affetmek, Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe istiğfar etmek, işlediği günahta bile bile ısrar etmemektir.”(2)

Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerliniz, en çok takvâ sahibi olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”(3)

Evet, bu âyetin inmesine sebep olan ve Peygamber Efendimiz’in insanlara bakış açısını gösteren şu hâdise pek ibretlidir:

Allah Rasûlü (s.a.v.) birgün Medîne-i Münevvere’deki çarşılardan birisine uğramıştı. Çarşıda siyahî (zenci) bir köle müzâyede ile satılıyordu. Köle:                                                                                                                       “–Beni alacak olan kişiye bir şartım var” diyordu. Alıcılardan birisi:                                                                     “–Nedir o şart?” diye sordu. Köle:                                                                                                                               “–Benim farz namazları Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in arkasında kılmama mânî olmayacak” dedi.

Adam bu şartı kabul ederek köleyi satın aldı. Rasûlullah (s.a.v.) her namazda gözüyle bu köleyi arardı. Birgün yine baktı fakat göremedi. Sahibine:

“–Kölen nerede?” diye sordu. Sahâbî:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, o hummaya yakalandı” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz ashabına:

“–Kalkın onu ziyarete gidelim” buyurdu. Birlikte kalktılar ve siyâhî kölenin yanına gidip geçmiş olsun ziyaretinde bulundular. Birkaç gün sonra Allah Rasûlü (s.a.v.) kölenin sahibine:

“–Kölenin hâli nasıl?” diye sordu. Sahâbî:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, onun ölümü yakındır” cevabını verdi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) kalkıp kölenin yanına gitti ve ölmek üzereyken yanına vardı. Köle o esnâda vefât etti. Peygamber Efendimiz onun yıkanması, kefenlenmesi ve defnedilmesiyle bizzat ilgilendi. Ashab-ı kirâm bu duruma çok şaşırdılar. Muhâcirler:

“–Biz vatanımızı, mallarımızı, âilemizi terk edip buralara geldik; hiçbirimiz şu kölenin Rasûlullah’tan gördüğü îtibârı ne hayatında ne hastalığında ne de ölümünde görmedi” dediler. Ensâr da:

“–Allah Rasûlü’nü barındırdık, yardım ettik ve mallarımızla onu destekledik ama habeşli bir köleyi bize tercih etti” diye düşündüler. İşte bunun üzerine yukarıda geçen Hucurât Sûresi’nin 13. âyet-i kerimesi nâzil oldu. Onlara, bütün insanların aynı anne babanın evlâtları olduğu hatırlatılarak faziletin takvâ ile ölçüldüğü ve takvânın ne kadar üstün bir haslet olduğu anlatıldı.(4)  

Sevgili Peygamberimiz Mekke’yi fethettikten sonra onları affederek:                                                     “Ey insanlar! Allah Teâlâ size câhiliye kibrini ve atalarla övünmeyi yasaklamıştır. İnsanlar iki sınıftır: Bir, iyilik ve takvâ sahibi olup Allah’ın değer verdiği kişiler; bir de günahkâr, kötü ve Allah katında kıymeti olmayan kimseler. Bütün insanlar Hz. Âdem’in çocuklarıdır. Allah Teâlâ ise Âdem’i topraktan yaratmıştır.”(5) Yine Efendimiz (s.a.v.) Vedâ Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:

 “Ey İnsanlar! Dikkat edin: Rabbiniz birdir, babanız (Âdem) birdir. Dikkat edin! Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, kırmızı tenlinin siyah tenliye, siyah tenlinin kırmızı tenliye hiçbir üstünlüğü yoktur. Bunlar birbirlerine karşı ancak takvâ ile üstün olabilirler.”(6)

Takva, "insanın kendini, Allah'ın vikâye (koruma)sına koyarak Ahirette zarar ve elem verecek şeylerden iyice korunması, günahlardan sakınarak iyilikleri kendisi için gerekli kabul edip yapması" diye de tanımlanmıştır.(7)  

Bundan dolayıdır ki, sahabeler, hatta cennetle müjdelenen aşere-i mübeşşere ve bütün kamil insanlar, akibetlerinden daima endişe edip, hüsn-ü akibet için her an Allah’a niyazda bulunmuşlardır. Saadetlerin en büyüğü, en yükseği takva ile amel-i salihtir.

Gönülden Muhabbetlerimle…

Dipnotlar:

1- Hicr, 29; Secde, 9; Sâd, 72; Enbiyâ, 91; Tahrîm, 12.                                                                                                2- Örneklerle Peygamberimiz, Prof. Dr.A.ÇETİN, s:187.                                                                                            3- Hucurât, 13.                                                                                                                                                                    4- Vâhıdî, s. 411-412.                                                                                                                                                      5- Tirmizî, Tefsîr, 49/3270; Ebû Dâvûd, Edeb, 110-111/5116.                                                                                    6- Ahmed, V, 411.                                                                                                                                                            7- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, l, 169.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.