Konya
28 Mart, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.33
  • EURO
    35.06
  • ALTIN
    2285.6
  • BIST
    8980.41
  • BTC
    70537.43$

RÜŞVET

14 Ocak 2016, Perşembe 08:40

Değerli Konya Postası Gazetesi Okurlarım: Bugünkü yazımda adaletin timsali ve Peygamber           efendi­mizin halifesi Hz. Ömer zamanında vukua gelen bir olayı anlatıp, bugünkü du­rumla mukayesesini sizlere bırakacağım.

Hz. Ömer, bugünkü Suriye'nin bir şehri olan ve son günlerde ismin­den sık sık bahsedilen Humus şehri ileri gelenlerine gönderdiği bir mektu­bunda, muhitle­rinde bulunan fakirlerin tespit edilerek kendisine bildirilme­sini istemiş, Beytü'l mâlden onlara yardım gönderecektir. Humuslular ci­varlarında bulunan yoksulla­rın bir listesini yaparak halifeye gönderdiler. Hz. Ömer, listeyi açıp bakınca, en başta Humus'a vali olarak gönderdiği Said B. Amir'in adının yazılı olduğunu görür ve listeyi getirenlere sebebini sorar. Onlar şöyle cevap verirler:

Valimiz fakirdir. Devamlı olarak: "Rüşveti veren de, alan da ateşte­dir.”([1]) hadisini okur ve en küçük bir hediyemizi dahi kabul etmez. Maaşı­nın çoğunu da sadaka verir.

Bu haberi tebessümle karşılayan Hz. Ömer, tekrar Humuslular'a sorar:

"Kendisine Allah korkusu bu kadar hükmeden valinizin elbette kusur­ları da vardır değil mi?"

Humuslular "evet" derler. Bu kadar kuvvetli imana sahip olmasına rağmen, gözümüze çarpan şu dört kusuru vardır:

1- “Vazifesine sabah namazından hemen sonra gelmez geç gelir”

2- “Geceleri hiç aramıza katılmaz, sohbetlerimizde bulunmaz.”

3- “Haftada bir gün evine çekilir, kapısını kapar, kimseyi kabul etmez.  

4- “Ashaptan Hubeyb'i müşriklerin nasıl şehit ettiklerini ha­tırlayınca, üzüntüsünden hastalanır ve baygınlık geçirir.”                                                                                            

"Kenar-ı Dicle’de aşırsa bir kurt bir koyunu,

Gelir de sorar adl-i ilâhi Ömer'den onu.”  

diyen ve en küçük bir hatayı dahi kabul etmeyen Hz. Ömer, Humus fakirle­rine bir miktar erzak gönderdikten sonra, valiyi derhal yanına çağıra­rak bu dört kusu­runun sebebini sorar. Vali şöyle cevap verir:

“Ya Emira'l-mü'minin. Vazifeme ancak güneş yükselirken gelebiliyo­rum. Çünkü ailem yatalak hastadır. Evdeki bütün hizmetleri kendim görüp çocuklarımı okula gönderdikten sonra ancak gelebiliyorum. Geç kalışım bundandır.

Geceleri insanlar arasında görülmediğime gelince: Gündüzleri halk için ça­lışan bir valinin, geceleri de Hak için çalışmasına müsaade edersiniz her halde? Bu suretle geceleri hem ibadet eder, hem de gündüzleri hükme bağladığım dava­ların sabaha kadar vicdanımda muhasebesini yapar, yan­lış kararlarım varsa, onları düzeltmeye imkân bulurum.

Haftada bir gün evime çekilirim çünkü, başka giyecek elbisem olma­dı­ğın­dan, yıkadığım elbiseler kuruyuncaya kadar, kimseyle görüşmemek mecburiyetin­deyim.

Hubeyb'in şahadetini hatırlayınca bayıldığıma gelince; onu hiç sorma. Çünkü müşrikler Hubeyb'i işkence ile asarlarken yanlarında idim. Belki mani olabilirdim. Fakat o gün henüz Müslüman olmamıştım. Onun için hadiseye se­yirci kaldım. İdam esnasında onun gösterdiği cesaret ve şecaati hatırladıkça, Hubeyb'in ne kadar kuvvetli imana sahip bir mücahit oldu­ğunu daha iyi anlıyorum.”

Hz. Ömer bu sözler karşısında ziyadesiyle memnun olup, Allah'a dua­lar ede­rek şöyle der: "Senin gibi imanı kuvvetli dindar valilerle değil Ara­bistan'ı, bütün dünyayı idare edebilirim. Yeter ki, idarecilerim bu derece Allah'a itaatkâr ol­sunlar.”

Ne ilimdir veren ahlâka yükseklik ne vicdandır,

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Evet, idarecide Allah korkusu olursa böyle olur. Ama Allah kor­kusu ol­mazsa, fakir ve yoksulların, yetim ve öksüzlerin velhâsıl 70 milyo­nun hakkı olan milyarları zimmetine aktarmaktan imtina etmez. Yüce Al­lah, kitabında: "Ara­nızda birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin. insan­ların bir kısım malla­rını haksız yere yemek için, rüşvetli davalar aça­rak hakimlere koşmayın.” buyurmaktadır.

Yüce Peygamberimiz de: "Rüşvet alana da, verene de, ikisi arasında aracı­lık yapana da lânet olsun.”([2]) buyurur.

Değerli okurlarım: Bir millette Allah korkusu olursa, bir memlekette hak ve adâlet yürürlükte olursa, o memlekette saadet ve huzur olur. O memlekette birlik, beraberlik, sevgi ve muhabbet olur. Bunlar olunca da, o millet her türlü olum­suzluğun üstesinden gelir, gayesini gerçekleştirir, he­define varır, yükselir ve      yü­celir. Başkalarının kul ve kölesi olmaz.

 

Dipnotlar:

 

[1]- Tirmizî, Ahkâm 9 (1336); Ebû Dâvûd Akdiye 4 (3580).

2- Tirmizî, Ahkâm 9 (1336); Ebû Dâvûd Akdiye 4 (3580).

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.