Konya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.60
  • EURO
    35.03
  • ALTIN
    2417.1
  • BIST
    9722.09
  • BTC
    64138.69$

RUH MİMARI MUALLİM

30 Eylül 2017, Cumartesi 08:53

Muallim ile müellim farklı şeylerdir. Muallim geçen ki açıklamamızda bahsettiğimiz gibi medeniyetleri inşa eden ilim irfan sahibidir. Tabi önce inşa edilmesi gereken insandır. İnsanı ele almadan onu yetiştirmeden bir toplumu bilinçli hale getirmek imkânsızdır. Eğitim sistemimizde aslında bir sistemsizlik mevcuttur. Güya modern anlamda eğitim vermek için açılan okullar, aslında bugüne kadar batının taşeronluğunu üstlenmiş ve onlar adına başına her ne kadar milli kelimesi ihdas edilmiş isede hep değer kaybına yol açan uygulamaları görev bilmiştir. Öğretmen olarak tanımlanan hayat kadrajında objektiflerimize takılan çocuklar ve gençler bu istidatta hep bir eyyamcı, hazırcı, üretmeden tüketmeyi hedefleyen, boşlukta oluştuğu ruhani dengeleri müzik ayinleri ve dünyevi kaygı safsatalarla gidermeye/ doldurmaya çalışan bir üniteye dönüştü/dönüştürüldü. İşi sadece öğretmek olan öğretmenin hazır cevaplığını da maalesef öğretmen odalarındaki sohbetlerde duymanın belki sıkıntısı belki ezikliği ile ruhumun(zun) kendi adına ızdıraplara gark olduğunu söyleyebilirim.”Ben dersime girer çıkarım. Anlatırım, anlayan anlar anlamayan anlamaz, bana ne! “ kabilinden geçiştirmelerle kendini belki vicdanen tatmin etmeye çalışan bir öğretmen portresinden kesinlikle kurtulmamız ve okula gelen bir çocuğun başta kendisi olmak üzere oturduğu sırada öğrenmeye hazır bulunuşluk yeterliliğine kadar her şeyiyle ilgilenmek gerektiğine inanıyorum. Ailesi ve kendisi hakkında yeterli bilgiye sahip olamadan, sadece yüzeysel mana da “oğlum niye ders çalışmadın? Ödevini niye yapmadın? Söylemleri ile veya üç beş öğrenciyle ders işleyip diğerlerine herhangi bir şekilde sınıfın havasını ve öğretmenliğin güzelliğini hissettirmeden yapılan bir sınıf çalışması verim yerine zül getirir.   

Eğitim insanı sadece hayata hazırlayan bir etkinlik realitesi değil, hayata dair ve ötesine izler taşıması/taşınması gereken bir gerçeklik manzumesidir. Hayatın anlamlı hale gelmesi ve hakikatler in öğrenilmesi/kavranması/sebep ve sonuç ilişkileri/ insana hayat sahnesinde çarpıtılmadan verilmesi gereken manevi değerlerdir. Bir insanı ruhen anlayabilmek iç içe yani iç dünyasının keşfine kadar yönlendirebilmek ancak muallim dediğimiz irfan sahibi zatlarla mümkündür.

Bize sadece rol olarak hayatı öğretmeyi hedefleyen ve ötesine dair izler taşıtmayan sistem ve öğretmen toplumsal ivme olarak ne derece etkili olacaktır. Bilimsel çalışma ve eğitim öğretim uygulamalarında modern çağa öncülük eden devletlerde insanı iç dünyası boş bırakıldığından eline silahı alan en zeki en çalışkan öğrenciler bile basit bir kin nefret uğruna elindeki silahıyla topluluğun üzerine arkadaşlarına rast gele ateş edip mutluluk duyabiliyor. Ne acayip bir yaklaşım değil mi? İnsanı ruhundan kavrayamayan ne olursa olsun onu yönlendirmede iyi hale getirmede kâmil bir mana da olgunlaştırmada istenilen kıvama getiremez.

Öğretmen muallimden rolünü kapalı onun yerini aldı ama onun verdiklerini veremedi ve onun yerini dolduramadı. Çünkü kendisini donatamayan başkasına sözünü dinletemez. Muallim hakikaten ruh mimarı olarak toplumu sevk ve idare ettiği müddetçe o toplumu yenmek veya yok etmek imkânsızdır.      Moğol hâkimiyeti Anadolu’da kasırga gibi eserken insanları katlederken zulmün iniltileri göklere kadar yükselmişken dahi Erenler/Alp yiğitler/Dervişanlar/Mürşitler/Gazibacıyanlarla Anadolu’yu kenetlendirmeyi başardılar. Çadır aşiretinden bir devlet ortaya çıkması muallimlerin eseridir. Medreselerin sesi soluğu kesileli muallimlerin yetişmesi ve topluma yönelik faaliyetlerinin etkisizleştirilmesi sonucu bugün laik eğitimin; sokakta sağda solda dağda bayırda çıbanbaşı gibi/ ayrık otları gibi yetiştirdiği ve değerlerinden uzaklaşmış kendine ve öz kimliğine düşman hale gelmiş/getirilmiş numunelerle dolu olduğunu toplumun kutuplaştırıldığını görebiliyoruz.

İslam dünyasında hakikaten bilimsel verilerle oku emrine uygun ve gelişmelere açık hem dünyevi hem uhrevi eğitimi ön plana alıp insan yetiştirmesini de buna göre ayarlayan bir medrese formatı varken bunun bir diğer özgesini de insanları ruhen hayatın içerisinde olgun bir ruh kimliğine ve insan sevgisine hazırlayan yol yordam bilen ehlisünnet dervişleri ve tarikat erleri vardı. Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Hz. Mevlana, Pir Sultan Abdal gibi. Lakin ilahi emrin doğrultusunda çalışmak ve sünneti seniyyeyi takip etmek varken, Medrese da zamanla çağın etkileri ile kendi yol haritasını kaybedip skolâstik zihniyetin ilahi iradenin emrindeki insan rolü yerine bu skolâstik zihniyete teslim oldu. Ve hayatla olan tüm irtibatını ve etkinliğine böylece yitirdi. Toplumda bu zihniyetin ürünleri hâkim olmaya başlayınca bu sefer toplumu içten içe kemiren sapık ve arızalı eğilimler ve tipler doluştu. Böylece işlevini kaybetti. İşte bir neslin bir geleceğin bir toplumun manevi yönden inşasını hazırlayan en temel gerekler vasfını ve görev kabiliyetini an çizgisini yol haritasını kaybedince toplumda güherçile gibi temelden yukarı doğru sirayet eden hastalıklar baş gösterdi. Yaklaşık iki asırdır toplumda temel yetersizlik olarak kendimizi kaybetmemizi engelleyemedik.

İslam Öncesi Türk Devletlerinde de Oğuz Han/Mete/ Vezir Tonyukuk/ İlteriş Kağan/Dedem Korkut bunların hepsi birer muallimdi ve toplumu çok iyi yönlendiriyorlardı. Müslüman olduktan sonra da Arslan Baba, Hoca Ahmet Yesevi, Edip Ahmet Yükneki/Yusuf Has Hacip/ İslam ve irfanının muallimi idiler.

En büyük Muallimimiz Hz. Peygamberdir.(s.a.v.)Bedevi bir toplumdan medeni bir topluma dönüşmüştü Çöle inen nurla. İnsanların kalplerine yerleştirilen Allah sevgisi ile sevgi medeniyeti oluşmuş ve Müslümanlar nerede yaşarlarsa yaşasınlar bir ümmet bilinci içerisinde kardeşlik bağı ile bağlanmışlardı. İslam’ın ilk emri “oku” ve ilim müslümanın yitiğidir sevdası ile medeniyet gerçek kalbini islamdan almıştır. Hz. Ali efendimizin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” ifadesi ile ilim ve medeniyet İslam dairesinde kalplerin keşfini üstlenmiş ve huzur veren metafizik gerçekliğini yaşayan bir medeniyetin damarları vücut bulmuştu. Orada dolaşan kan bütün uzuvlara hayat veriyor ve insan olarak en üstün vasfa meleklerden de önde olduğunu haber veriyordu.

Hayatı yaşanmazlıktan yaşanabilir hale getiren ve onu ruhen sarıp sarmalayan sadece dünyevi değil uhrevi saltanatı da tattıran ve ona hakiki ve yeni bir kimlik edindiren İslam kardeşliğini pekiştiren ve burada muallimlik gibi geleneksellik, taşıyıcılık ve aynı zamanda ilmin kalesi ve moderniz minin öncüsü olarak görevi üstlenen ve şahsında muallimlik gibi gerçek bir unvanı hak eden rol modelleri kendi adıma tebrik ediyor, insanın kaybedilmemesi gereken ve eğitimin bir parçası olarak kalması gereken bir değer olarak gördüğümü burada yineliyorum. Her insan kaybedilmemesi ve işlenmesi gereken bir pırlanta ve gerçek bir değerdir…

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.