Konya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.75
  • ALTIN
    2491.6
  • BIST
    9524.59
  • BTC
    63411.15$

OSMANLILARIN DUALARI, GÜLBANKLARI VE AND?LARI(4)

15 Temmuz 2017, Cumartesi 09:00

15 Mayıs 1854 Rus Savaşında 80 bin kişilik Rus kuvveti Silistre kalesini kuşatır. Elinde 10 bin kişilik bir kuvvet bulunan Ferik Musa Paşa târih yazar ve Ruslara geçit vermez. Bu kahramanlıkları üzerine kendisine Müşirlik (Ma­reşallik) rütbesinin verildiği haberi gelince “ben bunu değil rütbe-i şahadeti tercih ederim” demiş, bu arzusu çok içten ve riyasız imiş ki, Allah kabul et­miş ve birkaç dakika sonra namaza durmuş, Ruslardan atılan bir top mermisi dibine düşer ve şehit olur. Allah rahmet eylesin.(1)

Savaş başlamadan Osmanlı ordusu şöyle dua edermiş: "La İlahe İllallah.  Muhammed Rasülullah. (İnna fetahna leke fethan mübina)(2) buyuran Allah. Ey pâdişah-ı halîfetullah. Dini ve mukaddesatı koruyan sensin. Uğrun açık, ömrün uzun olsun. Kılıcın keskin, gazan mübârek olsun" deyip, köslerin ağır ağır vurmasıyla düşman üzerine yürünürmüş.(3) 

Osmanlı bayraklarının bir tarafına altın sırma ile (İnna fetahna leke fet­han mübina), bir tarafına da; (ve Yensûrekallahü nasran aziza) âyetleri yazı­lırmış. Yeniçeriler düşman toprağına girdikleri andan i’tibâren her ikindi na­mazından sonra bütün askerlerin iştiraki ile zafer duası ederlermiş. Harbe başlayacakları zaman ise yine hep bir ağızdan gök gürültüsünü andıran şu Gülbank çekilirmiş.(4)

Allah Allah İllallah

Baş üryan, sine püryan, kılıç al kan

Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran

Eyvallah! Eyvallah!

Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan

Kulluğumuz pâdişahımıza ayan

Üçler, yediler, kırklar!

Gülbang-ı Muhammedî, nûr-ı Nebi, kerem-i Ali

Pîrimiz, sultanımız Hacı Bektaş-ı Veli

Demine, devranına hu diyelim huuuuuuu!..

Yeniçeri teşkilâtı kurulduğunda Hacı Bektaş-ı Veli dua etmiş. Yeniçeri ismini de o vermiştir. Tebrik babından hırkasının bol kolunu bir yeniçerinin başına dolamış. Bundan dolayı yeniçerilerin kalpakları arkadan sarkan bol bir pardesü veya hırka kolu şeklindedir.(5) 

Cumhuriyet döneminin ilk Büyük Millet Meclisi de dualarla, tespih ve tehlil sesleriyle açılmış(6), Çanakkale ve İstiklal Savaşlarında, Sakarya Muhârebelerinde en kritik dönemlerde Mehmedçiklerimize abdest aldırıp, su bulamadıkları zamanlarda da teyemmüm yaptırıp hücuma sokulmuş(7) ama daha sonra hâşâ Allah’ın yardımına ihtiyaçları kalmamış gibi, bunlar suç delili sayılmış, bunları yapan insanlar câhil, yobaz, bağnaz gibi yaftalarla cezalandı­rılmış, tahkir ve terzil edilmiştir.

Osmanlının hepsi; pâdişahı, bey ve paşası, halkı hep ağzı dualı insanlar­mış. Beş vakit namazlarını eda ettikten sonra dualarını yaptıkları gibi, ekstra­dan yaptıkları dualarda varmış. Sabah kalktığında, sofraya oturacağında, dük­kânını açacağında, işine başlayacağında yani hayatının her safhasında Rabbini hatırlamış, her işe onun İsm-i Celilini anarak başlamış.

Osmanlıda daha etkili ve tesirli olsun, içlerindeki makbul ve mahbup ki­şiler sayesinde duaları kabul buyurulsun düşüncesiyle çoğu zaman dualar münferit değil, toplu halde yapılmış, câmilerde, kapalı çarşı ve bedesteni sa­bah açacaklarında,(8) Pazar kurulacağında, dükkân ve iş yerlerinde işe başlaya­caklarında, cumalarda, bayramlarda… daha iyi motivasyon için toplu dualar yapmayı benimsemişler. Çarpıcı bir dua anekdotu ile bu konuya bitire­lim:

Eski bakanlarımızdan Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş İslâm Kalkınma Ban­kası başkanı iken, İslâm ülkeleri arasında yapılan bir seminerde Kudüs müf­tüsü çıkmış ve sözlerine Osmanlıya dua ederek başlamış ve sebebini şöyle açıklamış:

 “Osmanlıya Türklere dua edelim, Çünkü Osmanlı idâre ettiği yer­lerde birçok vakıflar kurmuştur, Eğer onlar Mescid-i Aksa için bu vakıfları kurmamış olsalardı biz şimdi oraya imam bile bulamazdık. Mescidi kapatmak mecburiyetinde kalırdık.

Vakıf parası olduğu için vakıfların uluslar arası do­kunulmazlığı vardır. İsrail bu paraların bize verilmesine mâni olamıyor. Di­ğer her türlü geliri bağışı yasaklıyor ama vakıf gelirlerine dokunamıyor.

 Böylece gerek Filistin’de gerek dışında Osmanlı döneminden kalma vakıfların paralarıyla geçiniyoruz. O paralarla görevlilere maaşlarını verebiliyoruz. O paralarla hâfız ve din adamı yetiştirebiliyoruz” demiş.(9)

Târihin ne garip bir tecellisidir ki; İsrail’in bile vakıflara ve gelirlerine dokunmadığı bir dönemde, Osmanlının torunları dedelerinin vakıflarını ka­patmışlar, mallarını müsâadere etmişler, kişilerin mülkiyetine tevdi etmişler, satmışlar, savurmuşlar, perîşân etmişler… Her vakfın vakfiyesinde vakfa ihânet edenlere beddua vardır. Her halde gasp edilen bu vakıfların bedduaları neticesi bugün huzur ve mutluluk bulamıyoruz!..

Dipnotlar:

1- N.Kösoğlu,Türk Dünyası Târih ve Medeniyeti Üzerine Düşünceler”,Ötük. Yay.Ank.1997,s.559.

2- Fetih Sûresi, 1.

3- Tahsin Ünal, “Osmanlılarda Fazilet Mücâdelesi”, Nur Yay. İst. 1975 s. 23.  

4- Ahmed Şimşirgil, “Kayı-1”, KTB Yayınları İst. 2013, s. 80.

5- A.Ragıp Akyavaş, “Üstad-ı Hayat-1”, TDV Yay, Ankara 2005, c, 1, s.163.

6- Alptekin Müderrisoğlu, “Sakarya Meydan Muhârebesi Günlüğü”, Kastaş Yay.İst.2004, s. 142.

7- Alptekin Müderrisoğlu, “Sakarya Meydan Muhârebesi Günlüğü”, Kastaş Yay. İst. 2004, s. 381.

8- Tekin Kılıç, “Osmanlıdan Torunlarına Hayat Düstûrları”, Gelenek Yay. İst. 2011, s. 48.

9- Nevzat Yalçıntaş, “Hatıralar”, İşaret Yay. İst. 2012, s. 498.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.