Konya
24 Nisan, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.52
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2419.3
  • BIST
    9669.67
  • BTC
    66602.83$

OSMANLIDA NİZÂM-I ÂLEM MESELESİ (1)

30 Temmuz 2018, Pazartesi 08:03

Nizâm-ı Âlem Ne Demektir?

Nizam: Düzen, tertip, kural mânâsınadır. Nizâm-ı Âlem: Âlemin yani dünyanın nizamı, düzeni demektir. Fakat Osmanlı Târihi literatüründeki an­lamı: Osmanlı diyârının, daha geniş düşünürsek dünyanın nizamı ve düzeni için, fitne, fücur ve ikilik çıkıp milletin birbirine düşmemesi, güç ve kudretin zayıflamaması için sultanların kendine ve devletine rakip olabilecek kişileri katlettirmesi şeklinde anlaşılmıştır.                                                                                      

Bu hususta milletimizde yanlış bir kanaat var. O dönemlerde sanki dünya sütliman, kimse siyasî hır yüzünden, mevki ve makam yüzünden ne kardeşini, ne babasını ne de en yakınlarını veya başkalarını asmıyor, kesmiyor, idam etmiyor, fakat bizim dedelerimiz saltanat için küçücük kardeşlerini boğdur­muş, rakipsiz kalmak için onları telef ettirmiş.

Bu anlayış gerçeği yansıtmıyor. Onların zamanında dünyanın her tara­fında bu tür cinâyetler fazlasıyla işleniyor, siyasî entrikalar çevriliyor, adı üstünde Bizans oyunları oynanıyordu.(1) Ama biz okuyan, araştıran, bilgi sâhibi olan bir millet olmadığımız için, o zamanın dünyası hakkında bilgi sâhibi değiliz, yalnız dedelerimizle ilgili duyduğumuz bazı şeylere vakıf olunca, ecdâdımızla ilgili yanlış kanaatlere sahip oluyoruz ve onların zihni­mizdeki imajları zedeleniyor.

Târihî Olayların Değerlendirilmesi:

Târihçilerin kanaatleri şu ki; târihî olaylar, cereyan ettiği dönemin şartları ve anlayışları göz önüne alınarak değerlendirilirse doğru bir hüküm çıkar. Aksi takdirde 500 sene önceki bir olayı bugünün anlayışıyla muhakeme et­meye kalkarsak, doğru bir netice elde edemeyiz. Meselâ: O çağlarda savaş neticesi esir edilen insanlar dünyanın her tarafında köle ve câriye diye satılı­yor, kadınlar, çocuklar dâhil köle pazarlarında sanki bir hayvan gibi pazarlık­lar yapılıp satılır ve alan adam onlar üzerinde her türlü tasarrufa sahip olurdu. Öldürebilir, çalıştırabilir, hizmetçi veya câriye olarak kullanabilir, serbest bırakabilir…

Şimdi savaş esirlerine bunu yapabilir misin? Hayır, BM sözleşmeleri, Ce­nevre Kararları derler ve bunu yaptırmazlar. Niye? Çünkü demokrasi ve Cumhuriyet anlayışının gereği bu. Ama o zaman öyleydi. Biz bu durumu bil­mezde Osmanlı aldığı esirlere şöyle şöyle yaparmış diye sâdece dedelerimizi suçlamaya hakkımız olmaz. Sözlerimizi teyid babından bazı misaller sunalım:

Târihte Siyasî Cinâyetler:

Büyük İskender’in Asya seferine çıkarken yanına Filozof Anaxarque de alır. Bu zat yeri geldiği zaman Kralı i’kaz ve tenkit etmekten ve doğruyu söy­lemekten hiç çekinmeyen biridir. Bir yemek esnasında İskender yemeği nasıl bulduğunu sorar. Filozof bir eksiği var. Birde kızartılmış zâlim kral kafası olsa daha iyi olurdu diye sofrada bulunan zâlim ve müstebit Kıbrıs Kralı Nikokreon’a bakar.

Büyük İskender öldükten sonra Kıbrıs Kralının eline fırsat geçer o sözün intikamını almak için Filozofu bir havana koydurup dövdürerek etinden yemek yaptırmak ister. Filozof söyle der: “Vücudumu istediğin kadar dövdürebilirsin ama ruhuma hiçbir şey yapamazsın” Zâlim Kral daha fazla konuşmasını önlemek için dilinin kesilmesini emreder ama Filozof onlara “Senin haddin değildir öyle şey, kancık herif” der ve ön dişleriyle kopardığı dilini Kralın suratına tükürerek fırlatır.(2)

Prof. Dr. Aydın Taneri “Türk Devlet Geleneği” isimli güzel eserinde İn­giltere Kralı 8. Henri döneminde yani Yavuz ve Kanûnî dönemlerinde bile İngiliz târihinin kanlar, kavgalar, saray entrikaları, cinâyetler, zulümler, baş­ları baltayla kesilen krallar ve kraliçelerle dolu olduğunu yazar ve ismi geçen kralın, halkın önünde karısını cellâda teslim edip tahtına oturup nasıl sadist bir zevkle onun idamını seyrettiğini yazar.(3)

Bizans İmparatorlarından 1. Andronikos'a karşı halk ayaklanıp, O'nu el­lerine geçirince; dişlerini sökmüşler, saç ve sakallarını yolmuşlar, sağ elini kesmişler ve bir zindana atmışlar, üç gün sonra çıkarıp bir gözünü oymuşlar, birkaç gün sonra kulaklarını ve burnunu kesmişler, günlerce sokaklarda do­laştırmışlar, daha sonrada hipodroma götürüp etlerini kuşbaşı gibi doğramak sûretiyle öldürmüşlerdir.

Dipnotlar:

1- Abdülkadir Özcan, Derin Târih Dergisi Ocak 2014,  sayı 22, s. 71.

2- İsmail Hâmi Dânişmend,“Târihi Hakikatler”,Tercüman Gazetesi Yay.1979, c. 2, s. 35. 

3- İlber Ortaylı, “Osmanlı Sarayında Hayat” Yitik Hazine Yay. İst. 2008, s. 176.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.