Konya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.75
  • ALTIN
    2491.3
  • BIST
    9524.59
  • BTC
    62150$

Osmanlıda Çevre Bilinci (2)

09 Nisan 2020, Perşembe 09:17

Türkî devletlerin Rus zulmünden kurtulduğu ilk yıl, bazı aileler gruplar halinde hacca gitmek istemişler, yol güzergâ­hındaki Müslüman devletlerde (İran, Irak, Türkiye, Suriye gibi) konaklaya konaklaya Suudi Arabistan topraklarına gelip hac etmişler.  O yıllar bizde bunların bazıları ile o kutsal top­raklarda tanışmıştık.  Bu hacılardan yaşlı, temiz, saf, pırıl pırıl bir ihtiyar kadına duygularını sormuşlar, o şöyle cevap ver­miş: “vallahi yavrum çok memnunun, Allah bu günleri de gösterdi, geze geze, Müslüman kardeşlerimize misafir ola ola geldik, bu mübarek yerleri gördük, Allah’ın evi Kâbe burada, Resûlullah Medine’de ama Müslümanlık da Türkiye’de” de­miş. 

Ali Ulvi Kurucu rahmetlinin de; “İslâm’ı en iyi anlayan, hazmeden, hayata tatbik eden, İslâm âlemine asırlarca lider­lik ve bayraktarlık yapan Türk Milletidir” diye bir değerlen­dirmesi vardır.  Bu hususta yani temizlik ve çevre bilinci hususunda da realite budur.  Birçok misaller verdik, pasajlar aktardık, tarihi düşmanlarımızın kanaatleri de budur ki; dün­yanın en temiz, en nezih, en kibar, en misafirperver milleti biz idik.  Fakat son asırlarda bizi biz olmaktan soyutladılar, bütün iyi huy ve hasletlerimizi unutturdular, eskiden müspet yönde dünyaya örnek gösterilen bir millet; bugün dünyanın hiçbir yerinde olmayan kötülükleri icra eder bir topluluk olu­verdi.  Gazetelere bakar, TV haberlerini dinlersek, söyledikle­rimizde hiçte mübalağa olmadığını görürüz. 

Osmanlı yerleşim birimlerini, şimdiki gibi düz ziraat alanlarına, dere yataklarına yapmaz, dağ yamaçlarına, ziraata uygun olmayan yerlere bina edermiş.  Böylece ziraat alanları heder olmuyor, savunması daha kolay oluyor, atık su ve ka­nalizasyon problemi çıkmıyor.

İmkânları, estetik ve teknik kabiliyetleri olduğu halde, Kur’an’da ikaz edildiği için(1) Tarihteki Şeddad’ın binaları gibi çok katlı, çok masraflı, çok problemli binalar yapma­mışlar.  Birazda tevazularından dolayı Sultanahmet, Beyazıd, Süleymaniye Camilerini yapan insanlar, Avrupalıların şatola­rına, saraylarına, malikânelerine nazaran bir köy görünü­münde olan Topkapı Sarayında 600 sene ömür geçirmişler.  Fakat ağaç, yeşil, orman, sanat ve estetik denince onları kimse yakalayamamış. 

Avrupa heykellere kafayı takıp her tarafı onlarla işgal ederken, dedelerimiz cami taşlarına, çeşme başlarına, okul girişlerine, medrese çinilerine, mihrap ve minberlere bakınca insanın gözünü ve gönlünü dinlendiren, lahuti âlemlerde gezdiren, ruhunu suhulete erdiren çiçek, gül, ağaç motifleri, desenleri, figürleri işlemiş, ruhî istek ve arzu­larını oralara yansıtmışlar. 

Fâtih Sultan Mehmet çevre ile ilgili kurduğu vakfında şöyle der:

“Ben ki, İstanbul Fâtihi abdi âciz Fâtih Sultan Mehmet bi­zatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldı­ğım İstanbul’un taşlık mevkiinde kâin ve malûmül hudud  (mevcut ve yerleri belli) olan 136 bab dükkânımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahîh eylerim.   Şöyle ki;

Bu gayri menkûlâtımdan elde olunacak nemâlarla (ge­lir­lerle)  İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim.  Bunlar ki, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde, günün belli saatlerinde bu sokakları ge­zeler.  Bu sokaklara tükürenlerin tükürüklerinin üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20 şer akçe alsınlar. Ayrıca 10 cer­rah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı nasp eyledim.  Bunlar ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar.  Bilâ istisna (ayırım yap­madan-Müslim, gayr-i Müslim) her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar. Var ise şifâsı, şifayâb edeler (şifaya kavuşturalar). Değilse kendisinden hiçbir kar­şılık beklemeksizin, Dârül Acezeye kaldırarak orada salâh buldu­ralar (iyileştireler). Maazallah her hangi bir gıda mad­desi buhranı vâki olabilir. Böyle bir hâl karşısında bırakmış oldu­ğum yüz silâh, ehl-i erbaba  (avcılara) verile.  Bunlar ki, hay­vanları yumurta veya yavruda olmadığı sıralarda balkan­larda (ormanlarda) avlayalar ki, zinhar (kesinlikle) hastaları­mızı gıdasız bırakmayalar. Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imârethâneler de şehitlerin aileleri ve Medine-i İstanbul (İstanbul şehri) fukarası yemek yiyeler. Ancak ye­mek yemeye veya almaya bizâtihi kendileri gelmeyip ye­mekleri havanın loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kap­lar içinde evlerine kadar götürüle...”(2)

Dipnotlar:

1- Fecr Sûresi 6-10.

2 - Osman Nûri Topbaş, a, g, e, s. 32-33. 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.