Konya
28 Mart, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.32
  • EURO
    35.09
  • ALTIN
    2300.4
  • BIST
    9075.04
  • BTC
    71297.44$

NİYE KORKUYORSUNUZ?

01 Şubat 2017, Çarşamba 07:26

Bir gerçek var orta da. İnkâr edilemeyecek şekilde. Acı ama gerçek. Ne yapsanız da neyi engellemeye kalkışsanız da her şeyin tedricen menziline doğru adım adım yol aldığı bir gerçek. Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır. Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır. Hayır, insan bazı şeylerden korku duyabilir ama korkusu ile yüzleşemeyen bir insanın bundan kurtulması mümkün değildir. Kimi yalnızlığın acısında kimi bunalımın kıskacında kimisi de sesini daha gür çıkarmaya çalışıyor, sanki korkuyu korkuturcasına kendisine tebelleş olanlardan kurtulmaya çalışıyor. Evet, evrende gördüğümüz her şey bir düzen ve intizam da ilahi programa uygun hareket ediyor. İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor? Hayır. Etrafımızdaki her şeyin emrine verildiği ve yaratılmışların en şereflisi insanın kendisine gelen ilahi mesaja kulak tıkayarak ruhunu karanlıklara salması, neyine güveniyor ki? İnkâr da böyle bir yol tutturmuş da gider. Bilmez mi ki hesaba çekilecek yaptıklarından. 

Hâlbuki rüzgâra kapılan yapraktan ıssız sokaklarda titreşen kaldırımlara kadar, rüzgâra kokusunu veren çiçekten inleyen nağmelere kadar hemen her şey bu kâinat kitabının içinde bir gizemdir. Hepsi bir ahenk içerisinde salınımlı ve insanın kendisini tanımasını istiyor, tabi bu basiret gerektiren bir durumdur. İnsan kendini aldatanın bizzat kendisi olduğunun farkına varabilseydi, ruhunu aydınlatır ve dili yüreği ile akortlanmış olurdu. Hâlbuki açıkça söylemek gerekirse inançsızlık batağında saygısızca sörf yapanlar üzerine sıçrattıkları kirli suları ile insanların mide ve zihinlerini bulandırmakla sınır tanımıyorlar ve adeta uçurumun üstünde dans etmeye yelteniyorlar. İnançsızlıkta sınır tanımayanların zirvesine ulaşanlardan biriside geçen gün yayınladığı bir twitle nasıl bir inanç meczubu olduğunu söylemiş. Biz bunlarla yeni karşılaşmış değiliz. Bunlar yeni söylenmiş cümleler ya da paylaşımlarda değil. Mademki küp içindekini dibine sızdırırmış o halde bunların genetik yapısına bir bakmak lazım.      Milletin inançlarına muhalif olma ve tahammülsüzlük gibi geleneksel bir yapının içinde yetişenlerin mütedeyyin kesime karşı hoş görülü davranmasını beklememek gerek. Vekil vatandaş İstiklal Şairimizin mısralarında geçen ve harbin özetini sunduğu milli manevi duyguları adeta alay edercesine twitine katarak olay atam tersinden balıklama dalmış ve sonunda mide ifrazatını çıkarmıştır.”Ezanların benim yurdumun üstünde ebedi inlemesin nolur? ya, resmen ağzıma ağzıma okunuyor her sabah demesi” ondaki sıkıntının ana nedeninin inanç girdabı olduğunu ve bu girdabın içinde helezon gibi kıvrıldığını bir sarmal içerisinde boş boş döndüğünü ortaya koyar. Yazık gerçekten yazık. Böyle bir inançsızlık huzmesinde ışığa ulaşamamak ve karanlıklara doğru alabildiğine yol almak ve nihayet kaybedenlerden olmak, hakikaten çok yazık diyorum. Nice böyle inanç konusunda yetersiz kalanların abuk subuk söylemlerini duyduk da, uykumdan uyandıran ezan için camiyi basıp imamımı keseyim diyeni de böylece tanımış olduk. Hatta çocuklara karşı da içinde biriktirdiği kinini öyle bir sarf edişi var ki; üzerlerine kızgın yağ mı döksem diyerek kapıda oynayan çocukları da kendi hedef tahtasına böylece almış oluyordu.

Yüce Yaratıcıdan uzak kalan bir kalbin kararmasıdır bu hezeyanlar. Bir çırpınıştır aslında belki de bir arayış. Nerde duracağını nerde soluklanacağını bilmeden kör bir kuyuya atılan taş gibidir yaklaşımlar.   Dibi görünmeyen suya dalmaktır belki de. Ama insan arayış içerisinde olmalıdır. Aramak ama önce kendinden başlayarak çıkmak yola. Kendini tanımadan nereye gidebilir ki insan. Tohum güzelliği kök salmamışsa kalbe iyilik tohumları ve güzellik ekilmemişse kalpte oradan yapılacak hasat sizce ne olabilir ki? Kalp ya dirilir ya da ölür.”Bir adamın yaşamını bir ideolojiye kul köle etmek, onu soyutlaştırmak değil de nedir? Diye sorar Albert Camus. Ve yine” bir insana ya da herhangi bir şeye boyun eğdirmeyi istemek, onun kısır, sessiz, hatta ölü olmasını istemek demektir.”  “ inandırma olmayan yerde yaşamda yoktur” cümleleriyle de bir insan hakkında ki değerlendirmelerine devam eden Albert camus;” Bugünü anlatan yapıtların yazarları,duygu incelikleri,sevgi gerçekleri üzerinde      duracak yerde,yargıçlardan, mahkemelerden,davalardan suçlama yollarından başka bir şey görmüyorlar.Pencerelerini dünyanın güzelliklerine açacak yerde, yalnızların sıkıntılarına açılmış    pencereleri kapıyorlar.20 yy korku çağıdır ve insanlar arasında sürüp gelen uzun diyalog dönemleri       bitti.Biz bu zorbalıklar,gürültüler dünyasını sevmiyoruz.İçimiz onu sevecek kadar bozuk değil”….

Bu şahane cümleler insanın ruh iklimini yansıtıyor. Demek ki bakış açısı önemli. O da neye bağlıdır. Tabiki yetişme ve yetiştirilme tarzına. İnsan neyi alırsa ruh ve zihin dünyasına onunla hem hal olur. Onunla düşünür, onunla meşguldür, düşünce ve fikir dünyasını onunla sular besler ve büyütür. Penceresini tüm güzelliklere kapatan ve kapısında oynayan çocuklara karşı husumet besleyen bu vekilin bu akıl almaz cümleleri ruh dünyasının nasıl karanlıklar içerisinde yol aldığını gösterir. Masum çocuklara karşı içinde beslenilmeyen bir merhamet büyüyünce herhalde yemyeşil değil bir katran olacaktır. Böyle bir inançsızlık anatomisinde etrafta olup biten kan gözyaşı ve savaşlara herhalde acımasını bekleyemeyiz ya da yardım etme gibi bir lüksünü faaliyete geçirmesini isteyemeyiz. İnsanın maddi ve manevi kirliliği sevecek kadar içi bozulmuşsa, şartlanmış ön yargılardan kurtulması ferhatın dağı delmesinden daha zordur.

Evet, düşünceye basmak, bir ayağa basmak kadar kabadır ama bir halkın inançlarıyla alay etmek ve o inançları yok saymak kendini inkâr etmek kadar gülünç değil midir?  Ad,Semud,Medyen,Eyke,Sodom ve Gomore ve diğerleri……Bunları görmezden gelen insan kendini hala aldatmaya devam ediyor…..

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.