Konya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.72
  • ALTIN
    2526.9
  • BIST
    9524.59
  • BTC
    60567.89$

Ninenin Yediği Ekşi Koruktan Torunun Dişleri Kamaşır (2)

11 Kasım 2021, Perşembe 09:10

1981 yılında Afşin Lisesi Müdür Yardımcısı olan bir arkadaştan bir araba aldım. Sözleşme yapmak için evine gittik. Odaya yaşlı bir kadın girince, arkadaş, “Necati Bey anam”, dedi. Hoş geldim oğlum, deyip bana bakınca “o ne sen Elifcenin torunu musun, dedi. Ben de boş bulunup, Elifce kim dedim. Sen filanın oğlu değil misin, deyince evet dedim. “Senin Elif adında bir eben vardı. Bu gençliğinde çok güzeldi. Kocası Seferberlikten dönmedi. Tarlaya takıma gidip gelirken erkekler musallat olmasın, diye erkek şalvarı giyerdi, seni gözlerinden tanıdım, dedi.

Yeğenime dedim ki, Yöremizde “ninenin yediği ekşi koruktan torunun dişleri kamaşır”, diye bir özlü söz var, bu sözünün anlamını Elif ebemizin iffeti, oğluna dürüstlük (babamın terazisindeki doğru tartısına),  yıllar sonra torununun torununa (sana) da erdemlilik olarak yansımış. Seni kutlarım yeğenim, doğruluk ve haya duygusu paha biçilmez bir kıymettir, dedim.  

Sohbetin Koyusu:

Doçentlik kadrosuna atanmam nedeniyle kutlamaya gelen Musa Göğebakan, Ahmet Nalçacı ve Ramazan Yırcı Hocalar geldiler. Hoşbeşten, tebrikten sonra çay servisi ve kuru yemiş nevaleleriyle uğraşınca, ya hocam biz çay içmeye, kuru yemiş yemeye değil, sizin sohbetinizi dinlemeye geldik, dediler. Ben de estağfurullah, sohbet tek başına yapılmaz, siz değerli hocalarımızla birlikte yapacağız sohbeti diyerek masama oturdum. Aklıma Yahya Kemal’in Paris Akşamlarını anlatırken söylediği bir söz geldi. Gazinolarda şarkıcıyı dinleyenlerin sanatçı kadar dikkatli, tiyatro izleyicilerinin oyuncuları kadar rikkatli olduklarından söz eder. Siz de benim kadar ilim ve irfan sahibi kimselersiniz, deyince diyaloğa katılan Ramazan Bey, hocanın biri Platon’dan, Aristo’dan bahsedince, dinleyenlerden biri, hocam teşekkür ederiz, bizi aydınlattınız, yalnız bizi de cahil zannetmeyiniz, en azından her iki filozofun adını duyduk, dediğinden söz etti. Ben yine estağfurullah, diyerek sohbetin hatip ile muhatapların fikir teatisinden çıktığından bahsettim. Hatip olmasa, muhataplar kimi dinleyecekler, muhataplar olmasa hatip düşüncelerini kime açıklayabilecektir?

Bir şairin; “Öyle bir gevherim ki, haki siyah içre kalmışım/Keyyisi sarraf da bilmez ise nola kıymetim”, beyitini okudum.

İnsanın Hatadan Ari Olamayacağına Dair ya da İddiasız Bir Yazı:

İnsan üzerine incelemelerim arasında gözüme çarpan bir notumu dostlarla paylaşayım istedim. Çalışmalarımın arasında daha çok üzerine yoğunlaştırdığım insanın neliği (mahiyet) ne ilişkin kendi özgün düşüncelerime sıkça rastlanır. Bunlardan biri “İnsan, iyilikle kötülük duygusu arasında bir sarkaç gibi salınma özgürlüğü ve iradesi verilmiş bir varlıktır. Bu yüzden insan mukayyet bir varlık değildir, ifadesidir. Eşefi mahlukat (yaratılmışların en onurlusu ve kıymetlisi) tır ama fevkal beşer (beşer üstü) değildir. İstikamet üzere gidebildiği gibi her an ayağı da kayabilir”. Bu yüzden dünya çapında üne kavuşturulan nice düşünür ve bilim adamlarının büyük emek ve zahmeti gerektiren onca zihinsel çabaların sıradan bir çıkar beklentisi için yapılması insanı üzmekte ve bizi Cassirer’in insanın niteliklerinden biri olarak saydığı urdumheit’lığından (ahmaklık) kaynaklandığı sonucuna götürmektedir. Aristoteles’in “kölelerimiz olmasa bizim işlerimizi kim yapacak” diyecek kadar köleliği meşru sayması, Schopenhauer’ın kadınları açıkça aşağılaması gibi, günümüz insanlık anlayışıyla uzlaşmayacak pek çok tuhaf durum ve görüşler düşünürlerce savunulmuştur. Bunlardan biri de sistemci filozof olarak gösterilen Hegel’e aittir.

“Hegel’in felsefesinin çıkış noktası, bilim değil, tarihtir. Tarihsel insanın (yani, elimizde yazılı belgeleri olan tarih dönemindeki insanın) evrimini açıklamayı amaçlar. Bu yolda, tarihsel gelişmeyi açıkladığını sandığı bir takım basit şemalar oluşturur. (Reichenbach’a göre, bu şemalardan biri, tarihin, bireyin büyüme evreleriyle karşılaştırılmasına dayanmaktadır. İnsanın çocukluk dönemi ki, doğulu toplumlarca temsil edilmektedir. Gençlik dönemi ki, Grek dönemiyle özdeş görmektedir. Olgun kişi dönemi ki, Romalılar gerçekleştirmiştir. En sonunda yaşlılık dönemi gelir. Hegel içinde olduğumuz dönemle bir tuttuğu bu dönemi, çöküşün değil, en yüksek olgunluğun dönemi sayar. En yüksek olgunluk döneminin en yüksek aşamasına da Hegel’e Berlin’de profesörlük veren Prusya devleti erişmiştir. (Bilimsel Devrimlerin Doğuşu, Çev. Cemal Yıldırım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 52-53). Buradan anlaşılabilir ki, insan tam anlamıyla yetkin/mükemmel bir varlık değildir. Ondan kısmi iyilikler, güzellikler, doğruluklar beklenir ancak onun mutlak ve kamil/yetkin anlamda bir kişilik olması beklenemez.  

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.