Konya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.75
  • ALTIN
    2491.6
  • BIST
    9524.59
  • BTC
    63411.15$

Müzik, musıkı (2)

17 Temmuz 2016, Pazar 11:56
Sadi de Gülistanında bir âbidi hicvederken benzer bir olay­dan bahseder: Bir Arap çocuğunun söylediği şarkı ile deve oy­namaya başlar ve âbidi üstün­den düşürür: Sadi; “bu güzel mu­siki hayvanı bile etkiliyor ama sana hiç tesiri olmuyor” diyerek bağnaz ve dar ufuklu insanları tenkit eder.([1]) 

Ama bir dönem gelmiş, bir zihniyet bu millete dinini, tari­hini, edebiyatın, müziğini, örf ve adetlerini velhasıl her şeyini inkâr ettirmiş, sanat musikisi yasaklanmış, mehterin zillerine ot tıkanmış, kösleri susturulmuş, o insanın tüylerini diken diken eden nameleri asumanı titretmez olmuş. Biz bile 1965’li yıllarda bir sanat müziği parçası dinleyebilmek, bir şarkı duyabilmek için, Kıbrıs Rumlarının müsaadesi ile günde birkaç saat yayın yapıp, sanat müziği çalan Kıbrıs Radyosunu dört gözle     bekler­dik. Bu muhteşem müziğimizin ye­rine çaldıklarına da Anadolu halkı rağbet etmemiştir. Şöyle bir olay anlatılır:

Mukallitlik adına, batıcılık ve modernlik adına, entel ve aydınlık adına, halkın zevkleriyle hiç alakası olmayan Senfoni orkestraları kurulmuş, şehir şehir gezdirilmiş, halk baskıyla, zorla toplanıp bunların verdiği konserler din­letilmiş. Sivas’ta verilen böyle bir konser neticesi çıkışta orta yaşlı birine; “Amca Senfoni orkestrasının verdiği konseri nasıl buldun?” diye sor­muşlar, o; “valla bir şey anlamadım evladım, Sivas Sivas olalı, Timur’un zulmünden sonra böyle bir zulüm görmemişti”        de­miş!..

Cumhuriyetin ilk yıllarında büyük paralar ödeyerek ve ya­bancılar getirti­lerek oynatılan operadan birini seyreden Süley­man Nazif’e de fikri sorulmuş O; “Rum patriği teravih namazı kıldırıyor sandım” demiş”([2])   

Eski dönemlerde adamın biri köyden gelip, pazarda eşeğini kaybetmiş, dönecek ama hayvanını bir türlü bulamamış, Cuma namazından önce camide vaaz eden hocaya varıp kulağına fısıl­dayarak, cemaate sormasını istirham etmiş. Hoca; “olur” demiş ve cemaate sormuş; “içinizde müziği hiç sevmeyen, ondan zerre kadar zevk almayan birisi var mı?” bir kişi ayağa kalkmış, hoca onu göstererek “al sana eşek, götür git” demiş.

 

Eskiden bir beldeye bir kadı (hâkim) tayin olup gelmiş. Bir müddet za­man geçmiş, kadı halkın hiç düğününe, derneğine ve etkinliklerine katılmamış ve hemen; “kadı gururlu, kibirli, ken­dini beğenmiş, bizleri küçümsüyor, içi­mize katılmıyor…” gibi dedi-kodu başlamış. Kadıyı sevenlerden bazıları du­rumu kendi­sine anlatmışlar, ve halkın düğününe-derneğine katılmasını, aksi halde bu dedikodunun arkasından iftiraların ve şikayetlerin başlayacağını ve huzursuz olacağını söylemişler. 

 

Kadı demiş ki; “yahu benim bu gibi yerlere katılmamam, gurur ve kibirli olduğumdan değil, hassasiyetimden, ben müziğe karşı fazla duyarlıyım, hele oynak havaları duyunca yerimde duramam, oynamaya kalkıveririm,  o za­manda kadı oynadı di­yecekler” deyince, sevenleri demiş ki; “Kadı efendi ona bir çare buluruz.

Bizim düğünlerimiz açık alanda veya ağıl gibi, izbe gibi kapalı mekânlarda olur. Seninde giydiğin cübbe geniş, sen oturunca biz onun eteklerinden yere kazıklarla çakalım, kalkmak istesen de kalkamazsın” de­mişler ve bunu uygulamış­lar, ama oynak havalar, o deveyi bile hoplatan  na­meler başla­yınca kadı birkaç defa zorlayıp ayağa kalkmış ve dönmeye baş­lamış, bir taraftan dönüyor, teşbihte hata olmasın Mevlevîler gibi cübbenin etekleri açılmış, bir taraftan da; “Olanlar oldu bize, kazıklar değmesin size” diyormuş!..

Türk Milletinin müzik ve şiire karşı gerçekten bir has­sasiyeti vardır. Ud ve Kanun gibi enstrümanları Türk asıllı Fârâbî icat etmiştir.  Hatta şöyle bir rivayet vardır: Fârâbî bir gün devrin padişahı Seyfüddevle’nin sarayına gelir,  meclistekilere bir alet çalar hepsi hüngür hüngür ağlar, bir alet çalar hepsi katıla katıla güler, bir alet çalar muhafız­larda dahil herkesi uyutur, kendisi çıkar gider.([3]) 

 

Dipnotlar:

1-Hasan Çifçi, “Hiciv ve Sosyal Eleştiri”, Kültür Bak.Yay.Ank. 2002,  s. 262.

2-Tarih ve Düşünce Dergisi, Ocak 2001, s. 64.

3-Yaşar Aydınlı, “Fârâbî”, İSAM Yay. İst. 2008, s. 30.

 

 

 

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.