Konya
18 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.52
  • EURO
    34.76
  • ALTIN
    2489.3
  • BIST
    9524.59
  • BTC
    62454.95$

MİSAFİR

04 Ekim 2015, Pazar 00:00
Cevri cefası dehrin bitmez Halil Efendi

Bu çileye tahammül yetmez Halil Efendi

Lütfedip bari buradan Huda gidersin

Kendiliğinden asla gitmez Halil Efendi

 

Oturup kalkmayan, kalkıp gitmeyen, bezdiren, bıktıran cinsten bir kişi olan Halil Efendi isimli bir tanıdığından Hersekli Arif Hikmet Bey böyle ya­kınır.

Bizim milletimizin en güzel şiarlarından biri de misafirper­verliktir.([1]) Bazı seyahatnamelerde yerleşim birimlerine gelen misafirleri ahi grupları aralarında “sen götüreceksin, ben götü­receğim” diye münakaşalar ederek sahiplenirlermiş. Çünkü misafire ikram, Allah ve Resûlünün emridir. Fakat misafirlik bıktırıcı, bezdirici ve haddi aşmış olmamalı. Böyle mesuliyetsiz, vurdumduymaz, aylak ve asalak insanlara fırsat verilmemesi için, Selçuklu ve Osmanlı han ve kervansaraylarında üç gün misafire ve hayvanına ücretsiz bakılır, ama daha fazlasına mü­saade edilmezmiş.([2])                             Bu husustaki fıkralardan ve güzel şiirler­den, sözlerden bazı örnekler:

Misafirin iyisi gelir geçer kuş gibi

Misafirin kötüsü oturur baykuş gibi

Bir misafir aylarca kalıp ev sabini canından bezdirir. Git­meye hiç niyeti olmayınca, ev sahibi bir kâğıda şunları yazar ve misafirin kaldığı odaya ko­yup:

 “Bir gün misafir, iki gün misafir, üç gün misafir, çek git be kâfir”

Bunu okuyan misafir de aynı kâğıdın altına şöyle yazar:

Behey nâdan behey katır

Ne gönül bilirsin ne hatır

Misafirin keyfi misin?

Ne kadar isterse o kadar yatır.

İbnül Emin Mahmut Kemal Bey, yanına çok sık gelen ve uzun zaman kalan şair Nazım için şöyle yazar:

Bir takım laf ile tesviş-i huzur

Etme ey Şair-i bî şiir-i şuur

Böyle sık sık bana gelmektense

Yılda bir kez kendine gelsen ne olur

 

Misafirin biri gelmiş, birazda kar-kış olup yollar kapanınca epeyce kal­mış, havalar müsaitleşince gitmeye kalkmış, heybe­sini, torbasını hayvanının üstüne atmış, yola çıkacak, ev sahibi hani adettendir “biraz daha kalsa olurdu” falan deyince, misa­fir; “tamam kalalım, şu hayvanı nereye bağlaya­yım” deyince ev sahibinin kan beynine sıçramış ve “getir de şu kopasıca di­lime bağla” demiş.

 

Bazen de çok kalmadan değil de, beynamaz (bî-namaz: namaz kılmayan) misafirlerden şikâyet edilmiştir.

Bize gelen her misafir ekmek ile aş yesin

Kılmaz ise eğer namazın toprak ile taş yesin

Ey misafir kıl namazı kıble bu cânibdedir

İşte leğen, işte ibrik, işte peşkir iptedir([3])

 

Her zaman şikâyetler ev sahiplerinden olacak değil ya; ba­zen de misafir­ler şikâyet etmiş, aç, susuz, yorgun gelip, ev sahi­binin hiç kıpırdamadığını görünce, Hz. Musa’ya indirdiği gibi Allah’dan kendisine sofra indirmesi husu­sunda dua etmiş:

 

Ev sahibinden yoktur bize fâide

Rabbena enzil aleynâ mâide

 

Bu misafir fıkralarını okuyan gençler belki de bu durumu anlamayıp, ga­rip karşılayacaklar. Çünkü ulaşım ve iletişim va­sıtaları çoğalınca “yatılı misa­fir” olayı köylerden, kentlerden kalkmış durumdadır. Eskiden evlerden, özel­likle odalardan (her sülalenin bir odası olurdu) misafir eksik olmazdı.

Misafir gelmiş, oda sahibi biraz cimri cinsinden imiş, ikiye bir; “susuz musun? Uykusuz musun?” dermiş. Misafir de “pına­rın başında yattım da geldim” dermiş ama ev sahibi hiç yeme­ğin yanına basmazmış.

Ecdadımızın töresinde; misafire sormadan sofra çıkarılır­mış. Hatta bazı zamanlar yatsı namazını cemaatle kılmadan akşam yemeği yenmezmiş, yani misafir gelir umuduyla o vakte kadar beklerlermiş.([4]) Konuyu Peygamberimi­zin bir hadisi ile bağlayalım: 

Hadis: “Beş şeyde acele etmek lazım:

1-Tövbede

2-Misafire yemek çıkarmada

3-Cenazeyi defnetmede

4-Buluğa eren genci evlendirmede

5-Borcu ödemede...

Dipnotlar.

1- Avni Arslan-Ziya Demirel, a. g. e.  s.175.

2- Busbergc, “Türkiyeyi Böyle Gördüm”, 1000 Temel Eser Tercüman. 28.

3-A.RagıpAkyavaş, “Asitane-ll”, TDV Yay. Ankara 2000, c. 2, s. 137.                                                                                     4-Ahmed Davudoğlu, “Ölüm Daha Güzeldi”, Hece Yay. Ank. 2005, s. 17.

 

 

 

 

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.