Konya
20 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.50
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2499.5
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    63891.729$

LÂLEZAR -2

08 Mayıs 2015, Cuma 00:00

Osmanlı sarayında çiçek, gül, lâle ve süs bitkilerine o kadar değer ve­ril­miş, ciddiye alınmış ki, “Çiçekçibaşılık” diye bürokraside önemli bir makam oluşturulmuştur.

Lâle ve çiçek sevgisi o raddelere varmış ve o ka­dar güzel bahçeler oluşturulmuş ki; Bir İngiliz yazar: “Keşke Şekspir “Ro­meo ve Jülyet” teki bahçe sahnelerini yazmadan İstanbul Boğazındaki bah­çeleri gör­seydi” diye temennide bulunmuştur.([1])

 Devlet-i Âliye’nin en zen­gin olduğu dönemlerde bile çiçeğin önem ve Osmanlı nezdindeki   statü­süne şu miselde enteresandır. Kanuni damadı ve sadrazamı Rüstem Paşa, sa­rayda yetiştirilen çiçeklerden dışarıya sattırıp, bütçeye kazanç temin ettir­miştir.([2])

 En fakir dö­nemlerimiz Abdülhamid döneminde bile Sultan’ın her yıl 30 bin civarında çiçek saksısı aldırıp sarayda çiçek yetiştirildiği zikre­dilmektedir.([3]) Binden fazla eseri bulunan ve Romanya başbakanlığı yapan, dünyanın en büyük ta­rihçilerinden Nicolae Jorga; “Osmanlıda çiçek ve gül sevmek, yetiştirmek bir nevi ibadet idi.” diyor.([4])

Daha önce de zikredildiği üzere; İkinci Viyana kuşatmasında bozgun ya­şanıp Serdar-ı Ekrem Kara Mustafa Paşa’nın başkomutanlık çadırı Avustur­yalıların eline geçtiğinde her tarafının çiçeklerle, ağaçlarla, süs bitkileri ile dolu olması hasebiyle hay­retler içinde kalmışlar ve Gene­ral Sobiesky,          Krali­çesine yazdığı za­ferini müjdeleyen mektubunda: “bunun çadır değil bo­tanik bahçesi ol­du­ğundan sitayişle bahsetmiştir.” ([5])

Lâle bizimdir, bizdendir, ehlileşmiş bozkır çiçeğimizdir. Onu dünyaya biz tanıtmışız, onunla ilgili en güzel şiirleri, süslemeleri, motifleri, ebruları, desenleri, edebi sanatları biz yapmışız.

Onunla ilgili yazılan kitaplardan en meşhurları şunlardır: Cerrahpaşa Camii imamı Mehmed Efendi’nin “Netâyicu’l-Ezhâr”; Üçanbarlı Mehmed Efendi’nin “Lâlezâr-ı İbrahim”; Mehmed Remzi’nin “Defter-i Lâlezâr-ı İstanbul”; Şeyh Mehmed Lâlezârî ‘nin “Mîzânu’l-Ezhâr”; Ahmed Kâmil Belgradî’nin “Risâle-i Esâmi-i Lâle”; Ek­rem Hakkı Ayverdi’nin yayınladığı “Lâle Mecmuası”([6])

Nur-ı adn, Cihangir, Kızılkırlangıç, Alkavuklu, Feyz-i Süleymanî, Mahbûb, Dûşîze, Sîmendam, lâle-i Bedahşi, Kavs-ı Kuzah, Ferahbahş gibi insanı teshir eden isimlerle anılan lâle, bizim millî çiçeğimiz olmuş, İstan­bul’un yüce Fâtihi Sultan Mehmet, bir şiirinde “dünya hayatının da lâle        mev­simi gibi kısa ve geçici olduğunu, onun için zamanın iyi değerlendiril­mesi gerektiğini”  şöyle dile getirmiştir:

Sâkıyâ mey sun ki bir dem lâlezar elden gider

İrişir fasl-ı hazan vakt-ı bahar elden gider

Bugün bile İstanbul’u dünyaya tanıtan reklamlarda lâle figürü kulla­nıl­maktadır. Yine memleket çapında oluşan lâle sevgisi ve muhabbeti de İstan­bul’dan nüksetmiştir.

Lâle; millî bir çiçeğimiz olduğu gibi, ona dinî, kudsî ve ilâhî çiçeğimiz pâyesini de verenlerimiz vardır. Lâle kelimesindeki harfler ile Allah ve Hilâl kelimesindeki harfler ay­nı­dır. Sadece dizilişleri farklıdır.([7])

 Ebced hesabı denen, harflere rakamlar verile­rek tarihler düşülen, kitabeler yazılan, edebi sanatların en güzelleri icra edilen anlayışa göre de her üçü, 66 rakamını verir. Hiçbir ilâve yapma­dan aynı harflerle, Osmanlı nesli, Türk Milleti arasında muazzez ve müba­rek olan üç isim yani         “Allah-Hilâl-Lâle”de yazılabilir.

 Bir lâle soğanının tek sap ve tek lâle vermesini de, Allah’ın sıfatlarından olan vahdet yani tekliğin, birliğin tezahürü olarak değerlendirenler olmuştur.([8])

 Şairlerimiz bu husustaki derûnî duygularını beyitlerinde şöyle dile getirmişlerdir:

Subh-dem dönse n’ola mihr-i cemâle lâle

Oldu mazhar aded-i ism-i celâle lâle

                                        Refî-i Kalâyî

Dipnotlar:

1- İbrahim Refik, “Köklerden Göklere”, Albatros Yay. 3. Bas. 2001, s. 151

2- Şairlerin Dilinden, “İskender Pala”, Kayı Yay. 2004, İst. s.195

3- Mustafa Armağan, “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı-1”, Timaş Yay. İst. 2009, s.87. 

4- Nicolae Jorga, “Yenilmez Türk-Kanuni ve Dönemi” Almancadan Çev. Nilüfer Epçeli,

        Yeditepe Yay. İst. 2008, s. 93.

5- Max Kemmerich, “Avrupa Tarihinden Garip Vak’alar”, Hazırlayan  Îsa Dedeoğlu,

        İstanbul, 2001, s. 56; Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi”, Ötüken yay, 1977,

        c. 6, s. 37, 125.

6- Hasan Özönder, “Lâle’nin Şanında-2”,  29. 04. 2008, Merhaba Gazetesi.

7- Beşir Ayvazoğlu, Mostar Dergisi, Haziran 2005, sayı 4, s. 7.

8- Diyanet Vakfı “İslâm Ansiklopedisi”, c. 27, s. 79.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.