Konya
28 Mart, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.31
  • EURO
    35.12
  • ALTIN
    2293.3
  • BIST
    9056.01
  • BTC
    70817.65$

KUTLU DOĞUM-MUTLU DOĞUM-6

20 Nisan 2015, Pazartesi 00:00

Osmanlı ne za­man sefere karar verirse hemen Sancak-ı Şerif, İstan­bul’daki At Meydanına dikilir ve asker onun altında toplanmaya başlar, fakat son dua da yine Allah Resûlü’nün arkadaşı olan Eyüb Sultan Türbe­sinde ya­pılır, yine tahta çıkan Padişahlar orada kılıç kuşanırlar...

Sultan lll. Murad’ın Resûlullah’ın her adı anılışta ayağa kalktığını,([1]) Sultan l. Ahmed’in Peygambe­rimizin ayak izini sorgucunda taşıdığını ve şu şiiri yazdığını bil­mekteyiz: ([2])

Nola tacım gibi başımda götürsem dâim  

Kadem-i resmi durur Hazret-i Şah-ı Resûlün

Gülü gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidir

Bahtiya, durma yüzün sür kademine O gülün 

Osmanlı Sultanları içinde hacca gidebilen ilk ve tek kişi olma özelli­ğine sahip Cem Sultanın, Osmanlı tahtında oturan abisi Sultan ll. Bâyezid’e yaz­dığı mektup da :

Kâbetullah’a varıp bir kez tavaf etmekliğin

Bin Karaman, bin Acem, bin milket-i Osmandır  

Demesi onlardaki bu âli sevgi ve duyguya yeterli örnektir.([3])

Osmanlı dinine ve Peygamberine hürmeten Mekke ve Medine kale ve kışlalarına hâkimiyet alâmeti olan bayrak diktirmemiştir.([4]) Onların felsefe­sine göre Osmanlı oraların hakimi değil hadimi yani hizmetçisi telâkki edil­miştir.

 Nitekim Yavuz Mısırı fethedip, kendisine takdim edilen mukad­des emanetleri aldıktan sonra dönüş yolunda, bir Cuma namazında hatibin hut­bede: “Aramızda Hâkimül Haremeym Yavuz Sultan Selim Han da bulu­nuyor” gibi sözler söylemesi üzerine, Yavuz hatibe müdahale ederek;  “Hayır ben o mukaddes yerlerin hâkimi değil hâdimiyim (hizmetçisiyim)” dediği tarih ki­taplarında nakledilir. Onların bu aşırı sevgi ve muhabbetle­rine Allah ü a’lem mukabele olarak Yavuz’u rüyasında şereflendirerek Mısır fethine Allah Re­sûlünün davet ettiği yazılır.([5])

Osmanlı getirdiği mukaddes emanetlere son derece saygılı davranmış ve canı pahasına korumuştur. İstanbul’a getirilmeyen Kutsal emanetlerin bir çoğu bu gün Avrupa müzelerinin raflarını süslemektedir. Onlar bunlara sahip çıkmışlar, üstelik onların bulunduğu mekânda asırlardır fasılasız gece ve gün­düz Kur’an-ı Kerim okutmuşlardır.([6])

Bu emanetleri bilhassa Rama­zan ayla­rında on binlerce Müslüman hürmet ve tazimle ziyaret eder. Yine yüz  bin­lerce  Müslüman Türk, kutsal gecelerde Allah Resûlünün Sakal-ı Şerifini ke­mal-i hürmetle öper, imam ve müezzinler ise her Perşembe ge­cesi ve Cuma Salâlarında O’na salâtü selâm okurlar. Ayrıca Araplarda bile adet olmamakla beraber her farz namazın bitiminde “Alâ Resûlüne Salâ­vat” demek suretiyle bütün cemaate Salatü selâm getirtirler.

 Çünkü sevgili Peygamberimize Salatü Selâm getirmenin fazileti ile ilgili birçok Hadis-i Şerif mevcuttur.

Türk milleti kutsal beldelere ve Peygamberine karşı olan sevgisini ora­lara yaptığı hizmet ve eserlerle de göstermiştir. Kâbe’deki revakları, altın oluğu, Hacer-i Esved muhafazasını, bugün hiçbiri bırakılmayan ve eski fotoğ­raflarda görülebilen alimler medreselerini, Cennetül Bakı’daki sahabe türbele­rini, Ravza-i Mutahhara’daki en güzel ve en estetik eserleri ve bölümleri...

Yapmışlar ama Suud yetkililerinin bağnaz ve sadist tutum­ları yüzünden bugün bunların bir çoğu ortada kalmamıştır. Hatta en fakir ve sıkıntılı dönemleri­mizde bin bir emek ve güçlükle yaptırdığımız ve bugün petrol dolarlarına sahip oldukları halde, kendilerinin  bile yapamadıkları Hicaz Demiryolu’nu bile söküp atmışlardır ki: O yolun yapımı esnasında Abdülhamit çalışanlara bir ferman yollayarak; “Medine yakınlarında çalı­şırken ayaklarınıza keçe sarın, ses çıkarmayın ki, Ehl-i Beyt rahatsız olma­sın” demiştir.([7])

 

Dipnotlar:

1- Vecdi Bürün, “Nasıl Öldüler”, s. 83. Ötüken Yayınları 1983.

2- Celal Yıldırım, “İslâm Türk Tarihinden Altın Tablolar”, s. 416.

3- Ergun  Göze, “Son Sözleri Ansiklopedisi”, Boğaziçi Yayınları, s. 293.

4- Celal Yıldırım, a. g. e. s. 395.

5- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi”, c. 3, s. 234.

6- Ahmet Kabaklı, “Türk Edebiyatı”, c. 3.

7- Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı: 46, s. 62.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.