Konya
23 Nisan, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.68
  • ALTIN
    2414.6
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66600.25$

KÜLTÜRÜMÜZÜN ZAYIFLATILMASI

10 Mart 2021, Çarşamba 09:03

Batıdaki teknik üstünlük ve medyanın gücü özellikle gelişmekte olan ülkeler üzerinde ağırlığını hissettirerek insanın kendisinden kopuşuna zemin hazırlanmıştır. Burada batının kendine özgü misyonu olan teknik gücünü kullanırken, insanları düşünmekten uzaklaştırma ve anı yaşama ve zevkini çıkar gibi ya da kullan at gibi bağımlılık yapacak argümanları kullanmıştır. Bunu özellikle dizayn etmek istediği ülkelerde ustaca kullanmıştır. Kültürsüzleşme gibi büyük bir problem artık toplumun aynası durumuna getirilmiştir. Düşünmeden yaşamak, başkalarına benzemek, sahip olduğun ana arterlerden hızla uzaklaşmak ve bir şeye nefsaniyetinle aşırı bağımlı hale gelmek. Bu kopuşun ana travmalarıdır. Lakin benim burada Türkiye’miz için asıl söylemek istediğim batının pençesine düşen medyanın bizde halkı ve ya okuyucu kesimi değerlerinden koparıp kendine uydu haline getirdiğinde mükâfatının batılı efendileri nezdinde verilmesidir. Artık neyi uygun görmüşlerse bunlarda yaptığı rol karşılığında buna nail edilmişlerdir.

Batı versiyonuna kendini etiketletmiş bir aydın hovardalığı var bizde. Halktan kopuk ve değer düşmanıdırlar maalesef. Yabancılaştırma da başrolü bunlar almışlardır. Bir toplumun çürütülmesinde çekinmeden aldıkları rol, kendilerine taltif edilen menfaatin derecesine bağlıdır. Hâlbuki ister yazılı isterse sözlü kültür dediğimiz toplumun dinamiklerini harekete geçirmesi gereken ve varlığı ile halka ışık tutması gereken bir münevver beyinlere çok muhtacız. Diplomalar insanları aydın yapmıyor demek ki. Ufku karanlık olanları bırakın halkı kendini aydınlatması bile düşünülemez, buna rağmen medyanın gücü ile bunlar ayakta tutulur ve övgüye mazhar olurlar.

Batı endeksiyle yoğrulmuş, çürümüş ve kokuşmuş değerleri halka empoze etmeye çalışan ve kalkınmanın büyümenin anahtarı diye sunulan değerler aslında Hıristiyan motifli öğretilerden başka bir şey değildir. Kendi toplumları için düşünce dünyaları için örf ve adetleri nezdinde aralarındaki bağları kuvvetlendiren unsurlar batı için bir güç morali olabilir lakin bizim için sadece ayniyle vukufe etmek ve kabullenmek sadece yıkım getirir.

Batıdaki her gelişmeyi her toplumsal kıpırdanmayı hiçbir tartışmaya açmadan olduğu gibi kanıksamak ve içtenselleştirmek ne derece doğrudur? Bir görüşü, bir tutumu ve ya bir davranışı körü körüne olduğu gibi hiçbir süzgece tabi tutmadan almak ona bağlanmak akıl işimidir? İnsan aldığı bir şeyi ruh ve vicdan ekseninde içine sindire sindire özümseme konusunda sıkıntılı ise burada bir olumsuzluk veya mutlaka kabul görmeyen bir eksiklik vardır. Lakin gerek Tanzimat dönemleri gerekse sonraki dönemlerde batıya koşu planında kapılarını ardına kadar açan başta aydın denilen şahsiyetler geldikleri nokta da taklit ve inkârcılık bağlamında yerlerini almışlar ve içinden geldikleri toplumunda baş düşmanı hale gelmişlerdir.

Hatta halka karşı ne tolerans ne hoş görü ne anlama hevesi ne halkı tanıma isteği ne de empati kurma gibi hiçbir sosyal etken bu bağlamda seferber edilmemiş ve tek yönlü bir bakış ve jakobenist yaklaşım tarzı ile adeta kendi beyinlerini boşalttıkları yetmiyormuş gibi bir de bu batılı komprador kesimler halka karşı da azılı düşmanlık beslemişlerdir. Her fırsatta tüm sanat alanlarında yazılı ve görsel olarak bunun mücadelesini ortaya koymuşlardır.

Türkiye’de bir Yeşilçam filmleri furyası oluşturuldu. Köyde kentte kırsal yerlerde cehaletten ana baba baskısından töre cinsiyet ayrımı baskısından koca baskısından kendini kurtarmak isteyenler ve sözde bunlara yardım etmek isteyen namus düşmanı müptezeller ile kendilerini daha rahat yaşama ortamına bir an evvel atmak isteyen masumların hayal dünyalarının yıkılması sonucu bu sırtlanların elinde oyuncak olması ve heba edilen hayatlar. İşte asıl film burada koptu. Koparıldı daha doğrusu. Bir heves bir özenti bir içinden çıkılmazlık furyası ve bir iman gevşekliği ile kendinden kaçışın, batının göz kamaştırıcı neon ışıklarına aldanan insanların içine düşürüldüğü kaybedi(li)ş destanı. Daha nice acıların yüreğin derinliklerinde nüfuz edip orada kalakaldığı dile getirilmeyen nice gerçekler. Mankurtlaşmış etiketlilerin ve sözde aydın geçinen cehalet matbaalarının kendi içinden çıkan ve batının çömezi durumundaki ayrık otlarının kötülüğü Hasan Sabbah’ın kötülüğünden ne farkı var?

Tanzimat’tan bu yana devlet şuurundan yoksun ve batıya verilen tavizlerin sonucu ortada gelişen bir takım tutum ve kanatlar bir bileşke olarak toplumu çökertmeye yetmiştir. Tabi ortada ne devlet kaldı ne bizi ayakta tutan değerler.

Yönetimde iktidar olanların, kafa yapısını bunlara endeksli hale getirenlerin konuştukları kuşdili söylemler ile ettikleri süslü laflar sonuçta bizi içimizden hançerlemiş o gün bugün bu yara hala kabuk bile tutmamış sürekli kanamaktadır. Kabuk tutsa iyileşirdi. Hâlbuki tutması mümkün değil, çünkü dar kalıptan büyük bedene kumaş kesilmez. Biz zamanında büyük düşünen ilayı kelimetullah uğruna nizamı âlem ülküsü taşıyan bir millet iken küçücük bir ulus devlet modeli ile bir takım prensiplere amade edildik. Büyük düşünme diye bir şey kalmadı ortada. Büyük sadece Avrupa olabilirdi. Onlar yaparsa doğru idi. Ve biz onları taklit edersek çakma bir Avrupalı olabilirdik. Geldiğimiz ya da getirildiğimiz nokta bu kadardır işte. Ha bu arada gerçek münevver şahsiyetlerde acıyla içinde bulundukları ve duruma isyan ettilerse sayıları çok azdı. Şakşakçılardan ve hazır yiyicilerden ziyade bunlar kısık sesli idiler. Bunların sızlayan yürekleri vardı ve imanları vardı yüreklerinde yedi iklim ağlayan. Diğerleri mi onların sadece menfaatleri vardı, yedikçe azan ve sınır tanımayan.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.