Konya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.47
  • EURO
    34.97
  • ALTIN
    2435.9
  • BIST
    9716.95
  • BTC
    64547.38$

Kültür-Değer-Medeniyet ilişkisi (3)

10 Aralık 2015, Perşembe 08:26

K.KerimKâfirûnSûresi altıncı âyeti kerîmede :’’ Sizin dininiz size benim dinim banadır." [6]

4-5. âyetlerde ise Hz. Peygamber'i kendi dinlerine döndürmek isteyen putperestlerin ümidini kırmak maksadıyla vurgu tekrar edilmiştir. "Sizin dininiz size benim dinim banadır" şeklinde tercüme ettiğimiz 6. âyet, daha geniş kapsamlı ve daha vurgulu bir şekilde önceki âyetleri tekit eder ve bu iki din arasında uzlaşmanın olamayacağını gösterir. Zira bu iki dini uzlaştırmak, hak ile bâtılı uzlaştırmak anlamına gelir.

[6] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/672.

 

İnsan yaşamı bir takım değerler bütününden oluşur. Bu değerler yaşama anlam verir, yön verir ve hedefleri belirler. İçinde yaşanılan cemiyet tarafından, kuşaktan kuşağa aktarılan bu değerler, ortak hafızada toplanır ve yaşamın her alanında uygulanır.

Onur, Şeref, haysiyet, namus gibi kavramlar bu değerlerin başta gelenleridir. Her insan kendi yaşamında bu değerlerin hepsine birden sahip olup, varlığını sürdürmek, bu şekilde anılmak ister. Bu değerlerden birini kaybeden insan, zincirleme olarak diğerlerini de kaybetmeye başlar. Değerler kayboldukça, bu değerleri kaybeden insanın yaşamı da değişir. Yaşam artık ağır bir yük olmaya başlar, çünkü yaşamı yalnız yemek içmek gibi hayvansal gereksinimlere indirgemek, insan yaradılışı için ağır bir yüktür.

 

İffetsiz, haysiyetsiz, şerefsiz gibi kavramları kimse sahiplenmek istemez, çünkü menfilik bildirirler.

Günümüzde, bazı insanlar hak ve hakîkât değerlerini gitgide unutma eğilimi göstererek, yalnız hayvansal gereksinimlerini karşılamak üzere bir yaşam tarzı benimser hale gelmiştir. Üstelik bu gereksinimler yasal/normal yollardan değil de, çalarak çırparak, başkasını kandırarak yapılmakta ve Onur, Şeref, Haysiyet, Namus gibi değerler ne yazık ki hiçe sayılmaktadır. Evlilik nasıl mukaddes ise,zinada bir o kadar günah ve haram ve yasak sayılan fiillerdendir. Bazıları kendileri bu insanca, değerlere uygun olarak yaşamadıkları gibi, böyle yaşayanları mağdur etmekte, onların haklarını çiğnemektedir.

 

Çok para kazanmak tutkusu, hakkından fazlasını elde etmek hırsı, bütün değerlerin kaybolmasına, insanların birbirlerini aldatarak, bir yaşam biçimini tercih eder hale gelmesine sebep olmaktadır. Kimsenin kimseye güveni kalmadığı bir toplumda, sevgi, saygı, hürmet, acıma, şefkat gibi kavramlar da sekteye uğramaktadır.

İnsanı insan yapan  değerler vardır. Bu değerlere sahip olmak, almakla değil, vermekle mümkündür, elinizdekini olmayanlarla paylaşmakla olur. Herkesin hakkına saygı göstermekle olur. Maddeye ihtiyacınız kadar yönetmeniz, fazlasını dağıtmanızla olur. Başkalarının da bu dünyada rahat ve huzur içinde yaşaması gerektiğine inanmanızla olur. Herkesin birbiriyle yardımlaşma içersinde yaşamasıyla, güzelliklerin yaratılacağı bilincine erişmenizle olur.

 

Milletler arasında savaş, sadece okla ve yayla ya da topla tüfekle olmaz.. Gerçek savaş kültürel savaştır. Kültürel savaşta bir toplum yenildi mi, bir daha iflah olmaz. Bu nedenle, kültürü sağlam tutmak, kültürel yozlaşmaya meydan vermemek ve kültürsüzleşmemek, toplumların en büyük görevidir. Kalkınmak, kendi kültürünü kaybetmeden olmalıdır. Bu konuda en fazla direnen ülke, Japonya oluştur. Japonya kendi kültürünü hep ön planda tutmuş, Batı kültüründen etkilenmeye çalışmıştır.

Türkiye, kültür savaşında savaşmaktadır. Yeni yeni kendi kültürünü hatırlamalar görülmektedir. Ancak bunlar çok cılız kalmaktadır. Başkasının kültürü ile kalkınma olmaz. Kalkınma ancak öz kültürüne sahip çıkmakla olur. Bu da öncelikle kendi kültürünü araştırmak ve öğrenmekle olur. Türkiye, öncelikle geçmişini hatırlamalı ve geçmişindeki kültürünü yeniden canlandırmalıdır.

 

Kültürsüzleşme  bir toplumun, diğer bir kültürle ilişkisi sonucu, kendi kültürünü değiştirmesi; hatta bütünüyle kaybetmesi olayıdır. Azgelişmiş ülkelerin şehir ekonomileri, hayat biçimleri bakımından, ülkenin geri kalan kısmına yabancıdırlar. Batılılar, film, reklamcılık, eğitim ve yabancıların varlığı yoluyla; şehir halkı üzerinde, hakimiyet kurarlar. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde şehirler, geniş ölçüde kültürsüzleşme (kendi öz kültür ve değerlerinden uzaklaşma eğiliminde bir toplum)ye doğru kaymaktadır.  Kırsal kesimler nisbeten korunabilmişlerdir.

 

Yaşamakta olduğumuz "kültür değişmesi" hadisesinin bizi getirip bıraktığı nokta tam da bu "gerilim" halidir. Tarihten tevarüs etmediğimiz, bu sebeple kendisiyle hiçbir aidiyet ilişkisi kuramadığımız, üzerimize bir şablon gibi giydirilmiş bir fizik çevre ile genlerimizde taşıdığımız "soyut" değerler sistemi arasındaki uyumsuzluğun doğurduğu bir gerilim hali... "Kimliksizlik" yani...

Bu arızanın düzelmesi ise, ancak kültürel kodlarına hayatiyet veren en temel unsurun islamî olduğu gerçeğinden hareketle, toplumun, kültürel değerleriyle barışık yaşamasıyla mümkün olabilir..

Yine daha önce söylediğim gibi bu toplumun dejenerasyonu "kültür değişmesi" olgusunun dayatılmasıyla gerçekleştiriliyor. Aslında "ithal edilen şey" gerçek anlamda "kültür" olarak isimlendirilmeyi asla haketmeyen "sanal" bir değersizlikler yığını… (Devam edecek. inşaallah.)

Hz.Mevlânâyı Anma Şeb’iArûs kutlamalarının başarılı geçmesini diler, emeği geçenleri kutlarım.  

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.