Konya
18 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.47
  • EURO
    34.87
  • ALTIN
    2472.8
  • BIST
    9530.47
  • BTC
    62038.33$

KUDÜS, KANAL HAREKATI VE ARAPLAR (2)

27 Mart 2020, Cuma 08:53

1917 yılına kadar 401 sene Osmanlı idaresinde kalan ve birçok imar faaliyetleri gören, sosyal imkânlara kavuşan Kudüs, mezkür tarihte Osmanlı Ordusunun İngilizlere Ka­nal Savaşlarında yenilmesiyle elden çıkmıştır.

1948 yılına kadar İngilizlerin idaresinde kalan Filistin bölgesine birçok Yahudi iskân edilmiştir. Bu esnada Araplarla Yahudiler arasında birçok huzursuzluklar, is­yanlar, arbedeler olmuş, 1948 yılında da Arap İsrail Savaşı vuku bulmuştur. Bu savaşta Kudüs ikiye bölünmüş, Batı Kudüs İsrail’in başşehri ilân edilmiştir. Doğu Kudüs Ür­dün’de kalmıştır. İsrail 1980 de BM’in kınamalarına-bo­yamalarına! rağmen İsrail’in ebedi başşehri ilân edilmiştir.

Kudüs’ten başlamak üzere satın alma, el koyma, dev­letleştirme, zorla, baskıyla Arapların elinden alma yön­temleriyle yarım asra varmadan İsrail Kudüs’ün tamamına sahip olmuştur. Bugün her türlü haklardan mahrum, kor­kutulmuş, sindirilmiş, hakları ve malları gasp edilmiş çok az bir Arap nüfus barınmaktadır.

Kudüs en huzurlu günlerini Osmanlı döneminde ya­şamıştır. Kutsal mekânlar hatırına Osmanlı Kudüs’e çok daha farklı davranmış, her tarafını vakıflar ve sosyal tesis­lerle donatmıştır. İsrailli tarihçi Amy Singer bundan sita­yişle bahseder ve Hürrem Sultanın yaptırdığı Vakıf ve müştemilâtıyla ilgili bilgi verir.(1)

Her üç dinin mensubu da, Batılı misyonerlerin insan­ları iğfal etmeye başladıklar, 1850 li yıllara kadar eşitlik ve müsavat içinde yaşamışlardır. Osmanlıyı erkekçe-mertçe savaş meydanlarında yenemeyen Haçlılar, işi kalleşliğe döküp, Osmanlı içindeki azınlıkları çeşitli şekillerde iğfal etmeye, kandırmaya, isyan ve ihtilallere teşvik etmeye başlayınca her yerde olduğu gibi, Filistin ve Kudüs’te de huzursuzluklar başlamıştır.

1850 li yıllardan sonra, Yahudilerin Arz-ı Mev’ud hu­susundaki emellerine yeşil ışık yakan ve Osmanlı içinde yaşayan Müslim ve Gayri Müslim azınlıkları, ırkçılık pro­pagandaları ile ayağa kaldıran Haçlılar, özellikle İngilizler Ortadoğu’yu ve Balkanları cadı kazanına çevirmişler, Os­manlıyı kendi içindeki unsurlara yıktırma cihetine gitmiş­lerdir.

Birinci Dünya Savaşına gelindiği günlerde bu propa­ganda hat safhaya ulaşmış, Almanlarla aynı blokta savaş­tığı için; “Hıristiyan bir devletle ittifak eden, onun verdiği Demir Haç Madalyasını kalbinin üstünde taşıyan Halife­nin cihad çağrısına uymak gerekmez, bilakis uymak küfrü gerektirir”(2) gibi söylentilerle; “Halifelik Kureyş soyun­dan birinin hakkıdır.(3) Başka soy ve milletlerden birinin Halife olması caiz ve meşru değildir.(4) Osmanlı 400 sene­dir Hilâfet makamını gasp etmiştir ve Arap âlemini sö­mürmüştür…” gibi fetvalarla, onlara sağladığı basit men­faatlerle, idarecilerine yedirdikleri büyük rüşvetlerle cahil Arapların ekseriyetini Osmanlı aleyhine kıyam ettirmişler, hatta Osmanlının İslâmiyet’i terk ettiğine,  kıpkızıl kâfir olduklarına inandırmışlardır.(5)

Hâlbuki Osmanlı hiçbir zaman Arap devletleri sö­mürmemiş, bilakis onlara topladığı vergilerden fazla yar­dım etmiştir. Osmanlının felsefesinde sömürme diye bir şey yoktur. Hatta bazı tarihçiler bu sebepten dolayı, “sö­mürme, kemirme” anlamına gelen İmparatorluk kelimesi­nin Osmanlı için kullanılmasını doğru bulmamaktadırlar. Eğer Osmanlı sömürgeci olsa, Batıdaki emperyalist dev­letler gibi zengin olur, çöküşe gitmez ve yıkılmazdı. Bu nasıl sömürgeci bir devlet ki! Kendi başkenti yani İstan­bul’dan önce güya sömürdüğü devletlerin başkentine, yani Şam’a, Kahire’ye, Atina’ya, Sofya’ya… asfalt, elektrik, su ve kanalizasyon şebekesi gibi sosyal hizmetler gelmiştir. İstanbul halkı onlardan yıllar sonra bu hizmetlerle müşer­ref olmuştur. Bu mantığa ters değimli?

Mısırlı bir Arap aydını olan Fehmi Sınnavî Osmanlı­nın katiyen bir sömürgeci olmadığını, Arap âleminin ve Arap gençlerinin bunu Batı propagandası neticesi söyle­diklerini, ama bu sözlerin çok büyük iftiralar olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: “Osmanlı zamanında bütün Ara­bistan’a pa­saportsuz gidebiliyorduk şimdi hangi devlete pasaportsuz gidiliyor? Arap zirveleri, İsrail’e ne kadar boyun eğilece­ğinin kararlaştırılması için toplanıyor.”(6)

Cezayir kurtuluş savaşının efsanevi lideri ve özgür Cezayir’in ilk cumhurbaşkanı Ahmet b. Bella da şöyle diyor: “Bizim Türklere ilişkin hatıralarımız nedir biliyor musunuz?  Endülüs’ün düşmesinin ardından İspanyollar, Cezayir, Tunus ve Libya’yı işgal etmişlerdi. O dönem Ce­zayirliler, Osmanlı’dan yardım talep etmişlerdi. Osmanlı­lar da gelmişler bizi kurtarmışlardı. Dolayısıyla Oruç Re­isi, Barbaros Hayrettin Paşa’yı hatırlıyoruz. Doğrusu biz­ler Maşrık’taki, yani Arap dünyasının doğusundaki kar­deşlerimizin Osmanlı’yı emperyalist olarak nitelemelerini esefle karşılıyor ve kınıyoruz. Osmanlı, Arap ülkelerini sömürmek için gelmedi, sadece aramızdaki dini bağın ge­rektirdiği dayanışma için geldi.”(7) 

Dipnotlar:                                                                                                                                                                      

1- Mustafa Armağan, “Kır Zincirlerini Osmanlı”, Da Yay. 2004, İst. s.137. 

2 - Cengiz Özakıncı, “Türkiye’nin Siyasi İntiharı”, Otopsi Yay.13. bas.İst. 2007, s.235.

3 - İsmail Hâmi Dânişmend, “Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu”, Milli Ülkü Yay. Konya 1978, s.15.

4 - Mehmet Niyazi, “Yemen Ah Yemen”,  Türk Ede¬biyatı Dergisi, Aralık 2004, sayı 374, s.6. 

5 - Selahattin Günay, “Suriye ve Filistin Anıları”, “Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk”,  İş Bankası Yay. İst. 2006, s.51.

6- Mustafa Armağan, “Geri Gel Ey Osmanlı”, Ufuk Kitap, Ekim 2007, İst. s.226.

7 - “Ahmet b. Belâ”,  İbrahim Refik, Boğaziçi Notları 1, Albatros Yay. İst. 2001, s.119.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.