Konya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.51
  • EURO
    34.97
  • ALTIN
    2431.4
  • BIST
    9793.94
  • BTC
    64141.51$

Korkuyorum gazeteci bey!...

30 Mart 2018, Cuma 07:37

Korku; endişeyle, öfkeyle ve üzüntüyle iç içe geçmiş bir ruh halidir.

Bütün korkuların temelinde esasen endişe yatar.

En başta güvenliğimizi kaybetme endişesi, sosyal çevre tarafından kabul edilmeme endişesi, sağlığı kaybetme endişesi gibi endişelerin eğer başlangıç aşamasında önüne geçilemezse, hepsinin korkuya dönüşme potansiyeli vardır.

Aslında korku bizim doğamızda vardır.

Çünkü korku bizim hayatta kalma, yaşamımızı devam ettirme, bize zarar verecek durumlardan kendimizi koruma adına gelişmiş bir duygudur.

Daha önce birkaç makalede, korkunun yerleşik hayata geçmeden önceki dönemde kendilerini koruma içgüdüsüyle hareket eden atalarımızdan bir miras olarak kaldığını okumuştum.

Yani esasen korku iyi bi şeydir ama günümüzde bu durum bayağı bir değişti…

İnsanlar korkuyorlar da nelerinden korkuyorlar bir türlü anlamıyorum…

Önceki gün bir okuyucu aradı…

Mahallelerinde yaşanan bir sorunla ilgili haber yapılmasını istedi.

Hayhay dedik ve dün sabah saatlerinde atladık gittik.

Gittik ama kendisinin konuşmak istemediğini ve Muhtarla görüşmemizi istedi telefonda…

Ona da tamam dedik ve araya araya bulduk muhtarı.

Muhtar bey ise durumdan çoook rahatsız olduklarını sadece kendisinin değil tüm mahallenin olaydan çok ciddi rahatsız olduğunu falan söyledi.

Tamam yazalım dedik ama bu seferde muhtar bey kendisinin karıştırılmasını istemedi.

Telefonla bir başka mahalleliyi aradı.

Durumu ona anlattı ve mahalleli kişi ise haber yapılmasının çok iyi olacağını söyledi telefonda.

Tamam onunla görüşelim dedik ama kabul etmedi…

Muhtar beyden telefonu istedim ve beyfendiyle konuştum, ‘Beyefendi biz sizin mağdur olmamanız için geldik, vaktiniz varsa gelin durumu anlatın yazalım’ dedim.

‘Siz yazacaksanız yazın, benim ismimde resmimde asla geçmesin ben karışmam’ dedi ve telefonu kapattı suratıma…

Muhtara döndüm ‘…. bey ne iş yapıyor?’ diye sordum, çünkü ses tonundan konuşmasından, kullandığı kelimelerden memur, amir gibi bir mesleği olduğu belliydi.

Muhtar bey ‘Belediyeden emekli’ dedi….

‘Eee emeklide olmuş işte daha ne? Peki konuşacak başka bir mahalleli çıkar mı?’ diye sorduk ama olaydan tüm mahalle şikayetçi ama konuşmaya anlatmaya gelince ‘ı-ıh’

Peki napalım diye sorduk, ‘Siz bizden hiç haberiniz yokmuş, gelip kendiniz görmüşsünüz gibi yazın’ dedi ama bu seferde aklıma Nasrettin hoca ile Timur’un ‘FİL’ hikayesi geldi.

Tekrar sözleştik ve ayrıldık.

Dedim ya bu ilk değil diye…

Birkaç hafta önce bir sosyolog ile röportaj yapmıştı bizim muhabirlerden bir tanesi…

‘Toplumun yapısı’ ile ilgili çokta güzel bir röportaj…

Muhabir arkadaşım hocaya söz vermiş röportaj yayımlanmadan önce son haliyle göndereceğine…

‘Madem söz verdin gönderelim’ dedik ve gönderdi muhabir arkadaşım…

Hoca röportajın yüzde 80’ini değiştirdi.

‘Siyasiler yanlış anlar, belediyeler yanlış anlar, kurumlar yanlış anlar’ bahanesiyle…

Çarşaf çarşaf ve neredeyse yazı dizisi olabilecek ve ciddi okunacağına inandığım bir röportajken bildiğiniz kuşa döndü…

Muhabire sordum ‘sen hocadan habersiz bir şeyler mi ekledin?’ diye…

‘Yok abi hoca biraz titiz o yüzden neredeyse hiç yorum bile yapmadım sende gördün hoca ne dediyse aynen yazdım tek cümle, hatta kelime değiştirmedim’ dedi…

Hocaya tekrar sorduk, ‘Hocam bunları çıkartırsak röportajın hiçbir anlamı kalmaz, zaten bunlarda da size zarar verecek veya kimsenin alınacağı tek bir nokta yok’ diye ama hoca, ‘yanlış anlaşılsın istemiyorum’ diyince bize de eyvallah diyip röportajı çöpe atmak kaldı…

 Yine birkaç hafta önce şehrimizin tanınmış, önde gelen, hatta herkes tarafından takdir edilen bir iş adamıyla sohbetimiz olmuştu.

Allah’ım o neydi öyle bizi yerden yere vurdu.

Belediye iş yapmıyor, emniyet yatıyor, siyasiler ayakta uyuyor ve siz görmezden geliyorsunuz diye bir eleştirdi bizi bir eleştirdi sormayın gitsin…

‘Tamam ağam hemen iki kare fotoğraf ver bütün eleştirilerini yazayım senin ağzından’ dedim ve yine fırçayı yedim.

‘Beni ne karıştırıyorsun, ben istemem sakın, sen kendin yaz…’ diye…

Tamam öz eleştiri yapalım biz aliyülala gazeteciler olduğumuzu iddia etmiyoruz, kendi çapımızın yettiğinde doğru gördüklerimizi ve yanlış olduğuna inandığımız şeyleri paylaşıyoruz.

Ama ‘etliye, sütlüye karışmayım, şişte yanmasın kebapta, görmedim, duymadım, bilmiyorum’ demenin, ‘tenhada’ aslanken, ‘göz önüne’ çıkmak söz konusu olduğunda ise ‘kiiim, benim haberim yok’ demenin de çok doğru olduğunu düşünmüyorum…

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.