Konya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    35.03
  • ALTIN
    2424.3
  • BIST
    9722.09
  • BTC
    64195$

KAZANIRKEN KAYBETTİKLERİMİZ

22 Ocak 2021, Cuma 09:22

Ara da bir Akyokuş’a çıkarım, yaşadığımız şehri yüksekten görmek için.

Son aylar da Sille’ye gitmeye başladım daha çok.

Sille-Tatköy arasında hafifçe yüksek bir dağın tepesine çıkarak, şehre bakıyorum olabildiğince dikkatimle.

Şehrin yüksek kesimlerinde stres atmaya çalışırken, kendimi sürekli değişen yoğun bir duygu ikliminin içinde buluyorum. Şehre bakarken daha çok endişeleniyor ve korkmaya başlıyorum.Bulunduğum noktada manzara son derece doğal ve güzel. Lakin iyi biliyorum ki aşağısı öyle değil.Hiç bir şeyin eski halinden eser yok. Aşağısı tam bir labirent. Bundan dolayı mensubu olduğum şehir adına endişeleniyor ve korkuyorum.

Dağda müdavimi olduğum kayanın üstünde ayağa kalkıp şehre tekrar tekrar bakıyor ama görmek istediğimi gene de göremiyorum.. Zihnim darmadağın ve aralıksız bir şekilde çekiptirip duruyor beni. Bir ara geçmişe gidiyor ve geçmişin güzellikleri arasında dolaşıyorum. Geçmişin güzellikleri karşısında yorgun zihnim teselli bulurken, bugünün bilinmezlikleri ve karanlıkları içinde de boğuluyor ve nefes almakta zorlanıyorum.

“Boşver, aldırma.. Buraya kadar gelmişken hiç olmazsa kalk yürü bir kaç kilometre. Nefesin açılır. Burda oksijen bol” falan diyorum..Sille-Tatköy arasındaki asfalt yolun üst taraflarında kalan stabalize  yol da  yürümeye başlıyorum.. Üstüne çıktığım küçük dağ sağ tarafımda, şehir de sol tarafımda kalıyor.. Daha çok dağ tarafına bakıp duygu yoğunluğundan kurtulmaya çalışıyorum lakin ne mümkün. Gözlerim şehir tarafına bakmayı beni mecbur ve mahkum ediyor.

Bakıyorum..

Şehir, 20-30 yıl öncesine göre bir beton yığını haline gelmiş.

Sille’nin üst kısımlarına bile çok katlı yüksek binalar dikilmiş.

Şehri net olmasa da bir baştan diğer başa görebiliyorum.

Akyokuş’tan da, Sille’den de bakınca şehirde daha çok konut görüyorsunuz. Akyokuş’tan Evliye Çelebi’nin ünlü seyahatnamesinde öve öve bitiremediği Meram’ın, Meram olmaktan çıktığını ve artık bir “Meram Beton” haline getirildiğini görüyorsunuz.. 60’lı, 70’li yıllarda da Meram, o eskilerdeki Meram gibiydi. 30 yıl önce beş bin metreye konut yapma izni verilirken, bu rakam sonraki yıllarda üç bin, iki bin beşyüz, iki bin, bin beşyüz derken sanıyorum şimdilerde bin metreye düşürüldü. Üstelik kat sayılı konut yapımlarını da izin veriliyor artık.

Konut yoğunluğuna bakarken Organize Sanayi Bölgeleri’ni görüyorum. Kendi kendime “Ha..Bak bu çok iyi” diyorum..Önemli bir teselliden nasipleniyorum bu şekilde.

Organize Sanayi Bölgeleri üretim demek.

İstihdam demek.. Oralardaki fabrikalarda çalışan on binlerce gariban evine ekmek götürüyor.

Oralardaki fabrikalar arasında Amerika, Almanya, Fransa, Rusya, Çin, başta olmak üzere Asya ve Afrika ülkelerine ihracat yapan ve ülkemize döviz getiren fabrikaların olduğunu biliyorum.

Sonra üniversite binalarına takılıyor gözlerim.. Dağın tepesine yapılan Necmettin Erbakan Üniversitesi’ne bakarken tuhaflaşıyor ve okuma yazma bilmeyen bir cahilin dahi o binaları oraya dikmeyeceğini düşünüyorum..

Çok sayıda kamu binası okul ve hastane gibi gözüme takılıyor.

Yolları görüyorum şehirde upuzun ve geniş.

Yukarıdan bakınca aşağısının  ne kadar değiştiğini iyi ve kötü yönleriyle görebiliyorum.

“İyi ve kötü yönleri” değerlendirmesi yapma hakkına sahip olduğumdan zerre şüphem yok.

Her şeyden önce bir vatandaşım ve bu şehir için, 40 senedir kalem sallıyorum. Bu sürü  olaya şahit oldum. Bilgi sahibi oldum. Tecrübe edindim. Bu şehirde bugün eline davulu alıp çalanlar, oynayanlar yok iken biz  vardık. Bizler vardı. On binler vardı. Şehrin dertleriyle dertlendik. Yok olanların üzerine gittik hep beraber bu şehre getirebilmek için. Biz de ilgimizle, hevesimizle, yazılarımızla elimizden geldiği kadar o on binlerce insanın arasında olmaya çalıştık. 

Karmakarışık duygular içinde dağdan iniyor, arabaya biniyorum.

Zara’yı dinlerken, başka bir frekanstayım.

Eskiler değerler duygu ve düşüncelerimi eline alıyor bu sefer.

Şehrin kültür hayatında duruyorum.. Eskiden şehir doğal olarak kalabalık değildi.. Bilgisayar, internet, sosyal medya, çok sayıda renkli kanal, cep telefonu zaten yoktu. İletişim,ulaşım, şehirler arası, ülkeler arası seyahat ve ticaret de azdı..Ama insanlar daha çok okurdu. Daha çok bir araya gelir ve konuşurlardı. Okuma yazma oranı fazla değil ama dergi, gazete ve kitap okuyan insan sayısı pek fazlaydı. İlkokul mezunu olup da gün de bir kaç gazete alıp okuyan insanlar vardı. Gazete ve kitap satışları çok yüksekti.. Şimdiler de internet ve TV kanalları ile bilgi ediniliyor ve fikri istikametler belirleniyor.  TV  dizileri ile de toplumda şekil alan bir kesim meydana geldi.

Düşünüyorum..

Arkadaşlıklar vardı eskiden, yerinden oynatılması  imkansız kayalar gibi.

Sevgiler vardı, sonsuza kadar süren.

Sevgiler vardı, paylaşılan.

Dostluklar vardı, parayla, makamla ve güçle ölçülmeyen.

Dostluklar vardı, hiç bir şekilde satılmayan ve mezara kadar süren.

Ölümüne arkadaşlıklara vardı, sırtı yere gelmeyen, getirilemeyen.

Komşuluklar vardı, ikram ve ilgi de karşılık beklemeyen.

Sözcükler samimi ve doğaldı.

Geleneklerimiz, göreneklerimiz vardı her zaman olacağını sandığımız.

Siyasetçiler vardı, kendisinden olmayanları ötekileştirmeyen ve karşıt olarak bilmeyen.

Kozmopolit kelimesini hiç bilmezdi insanlar.

İkiyüzlülük nedir bilinmezdi.

Bencillik hele hiç bilinmezdi.

Bu duygu fırtınasından kendimi kurtarmaya çalışırken, Sezen Aksu’nun “Eskidendi, çok eskidendi” şarkısı aklıma geldi. Gerçekten “Eskidendi, çok eskidendi” güzel ve değerli olan çok sayıdaki özelliklerimiz.  

Peki bugün..

Bugün nasıl?

İnsanı değerler açısından bakalım salt.

İnsan sayısı artarken, kalite sıkıntısı da başgösterdi.

Sevgi azaldı. Bir birimizi karşılıksız bir şekilde çok sevdiğimizi söyleyemeyiz.

Dostluklar, pamuk ipliğine bağlandı.

İnsanlar arasında güven azaldı.

Paylaşmayı unuttuk.

Ego ve kibir tavan yaptı.

İkiyüzlülük arttı.

Bencillik meslek haline getirildi.

Doğal ve samimi olamıyoruz.

Kültür hayatı artan imkanlara rağmen, nanay..

Sonuç.. Ülkenin her bölgesinde olduğu gibi haliyle şehrimizde de nüfus arttı.

Yeni ve yüksek binalar yaptık

Lüks konutlarımız oldu.

Üniversitelerimiz oldu.

Organize Sanayi Bölgelerimiz oldu.

Otomobillerimiz oldu.

Ticareti öğrendik.

İhracatı öğrendik.

Lakin çok sayıda önemli değerlerimizi kaybettik. Geleneklerimizi, göreneklerimizi de unuttuk.

Sonra, “Bizden olanlar, bizden olmayanlar”  mantığı bizleri teslim alarak istediğini yaptırmaya başladı.

Partiler, cemaatlar, tarikatlar, dernekler, vakıflar, STK’lar toplumu böldü, ayrıştırdı ve ötekileştirdi. Sonuçta  birlik ve beraberliğimiz yara alırken, insani değerlerimize de geri vites yaptırdık.

Kazanırken, kaybettik.. Kaybettiklerimiz, daha değerliydi.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.