Konya
29 Mart, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.37
  • EURO
    35.04
  • ALTIN
    2325.4
  • BIST
    9104.24
  • BTC
    69955.93$

Kavgamız; Bozkırı Yeşile Çevirme Kavgasıdır

02 Eylül 2021, Perşembe 09:00

Benzersiz bir nizam üzere yaratılan, yerin yedi kat altı ve yedi kat üstü; insanoğlu ve tüm mahlûkatın rızkını oluşturacak bolluk bereket hazinesidir. Tüm canlıların yaşaması için, üç temel ihtiyacı var: temiz hava, temiz su ve sağlıklı besin. Dünyada sonsuz olmayan yenilenebilir kaynakların gözlenebilen katmanları; Atmosfer (hava küre), Hidrosfer (su küre), Litosfer (yerküre)’dir. İnsanoğlu, ihtiyacına göre yüzyıllardır bu üç katmana müdahalede bulundu. Ancak sanayi devrimi olarak bildiğimiz son yüzyılda doğal nimetlere ‘hepsini ben kullanayım’ diye haddinden ve hakkından fazla saldırdı, hoyratça kullandı ve kullanmaya da devam etmekte. Havamızı kirlettik, ormanlarımızı yok ettik, suyumuzu kirlettik, doğaya haddimizi aşar müdahalelerde bulunduk. Bu durum, dünyanın 30-40 yıl sonraki nüfusu besleyip besleyemeyeceği tartışmasını da ajandamızın baş tarafına not alınmasına sebep olmuştur.

Yüce Allah, Hicr Suresi 19. ve 20. ayetlerinde ‘Arzı da yaydık, oraya sağlam dağlar yerleştirdik, orada ölçüleri belli her türden ürünler bitirdik. Yine orada hem sizin için hem de rızkı size borç olmayanlar için uygun geçim şartları yarattık.’ buyurmuştur. Oysa insanoğlu, özellikle son yüz yıldır ‘hepsi bizim olsun’ diye tüm kaynakları, yarınları düşünmeden hoyratça kullanmaya devam ediyor.

Tüm bilimlerin ve elde edilen kaynakların temelini, ham maddesini tarım, madencilik ve ormancılık oluşturmaktadır. Yenilenebilir doğal kaynaklarımız olan toprak, su, orman ve madenlerimizi kullanırken gelecek nesillerin de bu kaynaklarda hakkının olduğu bilinciyle hareket etmemiz gerekmektedir. Kaynaklarımızı geliştirip, hakkımız kadarını kullanıp yine kullanılabilir şekilde sahibi olan geleceğimize ulaştırmamız gerekir.

Yüce Allah Nalh Suresi 15. ve 16. ayetlerinde ‘O, sizi sarsmaması için yere sağlam dağlar yerleştirdi, ırmaklar ve yollar açtı ki gideceğiniz yere ulaşabilesiniz. Daha nice işaretler koydu. Yıldızlarla da insanlar yollarını bulurlar.’ buyuruyor. Her yıl dünyada ve ülkemizde doğal ve jeolojik nedenlerle deprem, heyelan, su baskınları, kaya düşmeleri vb. mal ve can kaybına neden olabilecek tehlikeli ve büyük çaplı birçok doğa olayı, doğal felaket adıyla gerçekleşmektedir. Genellikle insanların kontrolü dışında gerçekleşen bu olayların, oluşum zamanının önceden kestirilmesi ve önlenmesi çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Bu doğa olaylarının bir kısmı evrenin yaradılış nizamı gereği yüzyıllarca oluşan birikimin sonucu olarak meydana gelen ve gelecek olan olaylardır. Bir kısmı da iklim değişikliği, küresel ısınma ve yer çöküntülerinin oluştuğu obruklar gibi uzun zaman müdahaleler sonucu oluşan doğa olaylarıdır.

Bu olaylardan biri de son yıllarda gündemimize oldukça yoğun olarak giren obruk oluşumlarıdır.

Orta Anadolu’da Konya ve Aksaray başta olmak üzere Çankırı ve Karaman çevrelerinde irili ufaklı, sulu veya susuz 300’ün üzerinde obruk oluşmuştur. Bilim insanlarının ortaya koyduğu araştırmalara göre, obrukların oluşumu genellikle içinde oluştukları kayaçların litolojik özellikleri ve bu kayaçların etkileşim halinde bulunduğu suyun niteliklerine bağlıdır. Su ile etkileşim durumunda eriyebilen kireçtaşı, killi kireçtaşı, marn, dolomitik kireçtaşı, dolomit gibi karbonatlı kayaçlarla halit, jips, anhidrit gibi evaporitlerin yaygın olduğu bölgelerde bu kayaç ve minerallerin sularla reaksiyonu sonucu mağara, dolin, lapya, düden, obruk gibi karstik şekillerin oluşması olağan jeolojik ve jeomorfolojik olaylardır. 

Kayaçların gözenekliliği ve geçirimliliğinin yüksek olması su ile etkileşimini artırmaktadır. Yer altında bulunan kırık ve çatlaklar suyun hareketini kolaylaştırmaktadır.  Ayrıca düşüş trendinde olan kar ve yağmur yağışının yer altı suyunun beslenmesinde yetersiz kalmasının yanında, aşırı yeraltı suyu kullanımı sonucunda su seviyesinin giderek düşmesi, kayaçların boşluklarındaki suyun hidrostatik basıncının azalmasına yol açmaktadır. Bu kayaçlarla etkileşim halindeki yeraltı suyu veya yüzeydeki çeşitli kaynaklardan süzülen suların kimyasal özellikleri özellikle düşük pH yani asitlik derecesi ve yüksek tuzluluk değerleri kayaçların erime derecesini artırmaktadır.

Obruk oluşumları sadece günümüzde değil, binlerce hatta yüzbinlerce yıldır devam eden jeolojik olaylardır. Ancak son yıllarda Konya Kapalı Havzası başta olmak üzere, Orta Anadolu’da obruk oluşumlarının hızı artmıştır. Özellikle son 10-15 yıllık periyot içinde sayıları 40’a yakın yeni obruk oluşmuştur. Bu obrukların bazılarının önemli karayollarına ve yerleşim alanlarına yakın bölgelerde oluşması yörede yaşayanlar için bir korku kaynağı ve risk unsuru olmasına neden olmuştur.  Dolayısıyla bu obrukların oluşum nedenlerinin tespit edilerek önlem alınması kaçınılmazdır.

Obrukların içinde oluştukları İnsuyu Formasyonunun genel karakteri ve yeraltı sularının niteliklerinde çok önemli bir değişim gözlenemediğinden son yıllardaki obruk oluşumlarının artmasının temel nedeni aşırı yeraltı suyu tüketimine bağlı olarak, yeraltı su seviyesindeki yıllık ortalama 1.5-2 metre dolayında gerçekleşen düşümlerdir. Konya Kapalı Havzası Türkiye’de gerçekleşen yıllık yağışın (574 mm/m2) sadece yarısı kadar (ortalama 318 mm/m2) yağış almaktadır. Karapınar bölgesi ise yıllık ortalama 283 mm/m2 yağış alırken, Tuz Gölü çevresinde yıllık ortalama yağış 250 mm/m2’ye düşmektedir. Buna karşılık bu bölge ülkemizde en çok yer altı suyu tüketilen havzadır.

Ayrıca 1970’lerde hiç sulu tarım yapılmayan alanların önemli bir bölümünde günümüzde damlama ve yağmurlama şeklinde sulu tarım yapılmaktadır. Havza içinde bulunan hayvancılığın şekli de değişmiş olup 1970’lerde daha çok küçükbaş hayvancılık yapılırken günümüzde katma değeri daha yüksek olan büyükbaş hayvancılık yoğunlaşmıştır. Buna bağlı olarak hayvan içme suyu ve yem bitkilerinin üretiminde kullanılan sulama suyu ihtiyacı da artmıştır.

Obruklar çok uzun dönemlerden bu yana sürekli olarak oluşan, günümüzde oluşmakta olan, gelecekte de oluşacak olan jeolojik yapılardır. Yerleşim alanları ve canlılar için oluşturdukları potansiyel risk dikkate alınması gereken önemli bir etmendir.  Muhtemel obrukların yerleri tespit edilse dahi oluşumunu önlemek mümkün değildir. Ancak obruk oluşumunu hızlandıran etkenlerin kontrol edilmesi ile oluşum sıklığı azaltılabilir. Kayaçların litolojik özellikleri ve suların kimyasal karakteri başlıca etkenler olup bölgede bu özelliklerin değiştirilmesi de mümkün değildir. Obruk oluşumlarını hızlandıran aşırı ve kontrolsüz yeraltı suyu kullanımı ise kontrol edilebilir niteliktedir.

Tarihsel ve bilimsel veriler ışığında görüyoruz ki doğa olaylarından biri olan obruk oluşumunu durduramayız. Ancak oluşum hızına etkimiz için üzerimize düşen vazifeyi de yapmalıyız. Elbette jeolojik durumu ve ilmi, bilim insanları ortaya koyuyor ve koyacaktır.

Ne yapmalıyız ? biraz da ona bakmamız gerekiyor. Elbette sulu tarımdan vazgeçilmesi mümkün değil. Suyun özellikle ülkemizde ve bilhassa Orta Anadolu’da tarımın vazgeçilmezi olduğu en az güneş kadar ihtiyaç olduğu bir gerçek. Orta Anadolu’da nadas münavebesi olsa da sulanmayan alanlarda tarım yapmak, karlılığını dolayısıyla sürdürülebilirliği açısından her yıl daha da zorlaşmaktadır. Sulanan alanlarımızın arttırılması, sulama sistemlerimizin modernizasyonu, birim alandan daha fazla verimin alınması Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ve üreticilerimizin temel hedefidir. Hedefe ulaşmak için elbette atılması gereken adımlar var ve burada da en büyük görev devletimize düşüyor.

Sulu tarımın kısıtlanmasını çözüm gibi görmek yerine Milli Tarım Projesi kapsamında ülkemizin arz talep dengesi kurularak kendine yetebilir bir üretim planlamasına acil ihtiyaç duyulmaktadır. Üretim planlaması ile bölgelerimizin iklim, yağış rejimi sulama imkânına göre “Havza Bazlı Üretim ve Destekleme” programı bölgesel avantaj ve dezavantajları göz önüne alınarak yeniden düzenlenmelidir. Su tüketimi fazla olan ürünlerin yasaklanmasının dillendirildiği bir ortamda ülke ve üreticinin sürdürülebilir tarımda devam etmesi sağlanmalıdır.

Destekleme politikası ile bazı ürünlerin ekiminin su yetersizliği olan bölgelerde ekiminin azaltılması düşünülmelidir. Ancak diğer ürünlerde üreticimizin karlılığını arttıracak veya ekimi azaltılacak ürünlere yaklaştırılması gerekmektedir. Bu yıl salgın hastalığın da etkisi ile buğday fiyatlarının üreticiyi tatmin edici seviyeye gelmesi, buğday ekim alanının yüzde 10 artışıyla etkisini hemen göstermiştir. Diğer ürünlerin yanında bir ürene dikkat çekmek gerekir. Sadece ülkemizde değil dünyada şeker pancarı, buğdaydan sonra en kritik ürünlerden birisidir. Ülkemizde bulunan 33 şeker fabrikasının 18’i Orta Anadolu’da bulunurken şeker pancarı üretiminin yüzde 70’i, şeker üretiminin yüzde 80’i Orta Anadolu’da üretilmektedir.  Bunun yanında Konya 4 şeker fabrikası ile şeker pancarı üretiminin yüzde 35’ini, şeker üretiminin yüzde 38’ini karşılamaktadır. Bu fabrikaların konuşlanması tesadüf veya siyasi bir başarının sonucu değildir. Bölgenin gece gündüz sıcaklık farkı ve nem oranının düşüklüğü başta olmak üzere verim ve kalite üzerinde vazgeçilmez doğal avantajlar göz ardı edilemez. Başka ürünlerle birlikte şeker pancarının Orta Anadolu’da yasaklanması veya kısıtlanmasının dillendirilmesi son derece tehlikeli bir yaklaşımdır.

Milli su planı ve bünyesinde su bütçesi hazırlanmalıdır. Ülke su varlıkları ulusal bazda planlanarak havza bazında yönetilmelidir.  Kullanılmayan dönemlerde bölge için fazla olan sular ülkemizin ihtiyaç duyulan diğer bölgelerine aktırılmalıdır. Önümüzdeki on yılları hatta yüzyılları ilgilendiren bu hedefte başta rantabilite hesabı yapılarak ekonomik değil yaklaşımı işin kolayına kaçmak olacaktır. Gıda güvenliği, kendine yete bilirlik ve insanımızı doğduğu yerde doyurmak ve mutlu edebilmek için Sosyal Devlet ilkesi ile ilk yatırım masraflarını bir kenara bırakacak olursak; “Milli Su Projesi”nin ne fırsatlar doğuracağı ayan beyan ortadadır.

Rahmetli Cumhurbaşkanımız Süleyman DEMİREL bir söyleşisinde şöyle diyor: ‘İnsan karanlıkta oturabilir de aç oturamaz. Benim içinden geldiğim Anadolu ve Anadolu köylüsü mahsul olmadığı zaman hayvanı da açtı, kendisi de açtı. Biz o ıstırabın içinde yetiştik, biz yoksulluğun fukaralığın ne olduğunu biliriz. Bunu ortadan kaldırmanın yolunu da biliriz. Biz henüz tanesi dolmadan kuruyan başakların arkasından geldik. O başaklar kurumamalıydı, ona su lazımdı. Bizim kavgamız bozkırla yeşilin kavgasıydı. BOZKIRI YEŞİLE ÇEVİRMELİYDİK.’

Arz değil, suya olan talep yönetilmelidir. "Çok sulama çok ürün değildir." bilincinin üreticiye yerleştirilmesi gerekmektedir. Kuraklık ve su yönetimi; üniversite, ilgili kamu kuruluşları, sivil toplum kuruluşlarınca koordine edilmeli, toplum bilinçlendirme eğitimleri yaygınlaştırılmalıdır. Ancak öncelik eğitici eğitimine verilmelidir. Keza kuraklık ve su yönetimi bilinci eğitimi; eğitim vermek için değil, inanmış doğa gönüllülerine ihtiyacımız var. Bunun için çevre, toprak, subilinci ve eğitimi en kısa zamanda ilköğretim düzeyine indirilmelidir.

#topragınadamı

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.