Konya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.72
  • ALTIN
    2526.9
  • BIST
    9524.59
  • BTC
    60567.89$

Kadın Hareketi, Kadın ve Erkeğin Bazı Nitelikleri

26 Mart 2016, Cumartesi 10:48

Tarih’te Kadın üzerine pek çok araştırma yapılmıştır. Bunlarda ortak olan vurgu, kadının erkekler karşısındaki fizyonomik güçsüzlüğü nedeniyle tarih boyunca erkeğin insafına bırakıldığıdır.  Yazılı tarihten öncesindeki kadın hakkında pek bir şey bilinmediği, sonrasında ise, tarihi belgelerin bize aktardıkları dikkate alındığında, -Kur’anın koruyuculuğunun etkin olduğu dönemlerin dışında- kadının tarih boyunca ne batıda ne doğuda insanca bir muamele görmeyip erkeğin insafına terk edildiği görülmektedir. 

İstisnai durumlar dışta bırakıldığında fizyolojik yönden zayıf ve korunaksız olması nedeniyle kadının ilkçağlardan beri erkek karşısında genel anlamda yirminci yüzyıla kadar erkek egemen bir ortamda ezildiği söylenebilir. Kur’anın kadınlara insanca muamele edilmesini öğütleyen emir ve yasakları onları erkek baskısından nispeten uzak tutmuştur. Ancak “İlim talep etmek/öğrenmek her Müslüman’a farzdır,” Hadisine (İbn Mace, Mukaddime, 17)  karşın Müslümanlar da kadını iffetleri ve namusları ayaklar altına alınmasın kaygısıyla onu toplumsal hayattan uzak tutmaları sonuçta kadınların geriletilmesi sonucunu doğurmuştur.

Önceki yüzyıllarda dini ve ahlaki buyruklarla erkeklerin kadınlar üzerindeki baskı ve şiddetini kısmen azaltmak mümkün oluyorken sekulerleşmeyle birlikte kadın, tümüyle dini ve ahlaki duygularından soyutlanmış erkeklerin insafına bırakılmıştır. Tüm iyi niyetli gözüken çabalara karşın, kendine yeterli olamayan birçok eğitimsiz ve mesleksiz kadın, aile ortamından ‘Kadını Koruma Evleri’ne sığınmaktadır.  

Yirminci yüzyıldaki modernleşme, aydınlanma ve özgürlük odaklı kadın hareketleriyle genel anlamda kadının durumunun iyileştirileceği umuldu. Ancak kadının ontolojik (ruhsal ve bedensel bütünlük) ve egzistansiyel (kendi varoluşunu kendi gerçekleştirmesi) bağlamında ne olduğunun farkına varması ve bizatihi kendini belirlemesinin yetkin anlamda gerçekleştiği söylenemez. Makul bir kadın hakları hareketinin, en az beş bin yıllık erkek egemen öğretileri çözümleyip erkeklerin tek yanlı extrem (uç) kadın tanımlamalarına, karşı tezler getirme zaman alacaktır. Bu süreçte erkeklerin de desteğini almaları gerekir. Fakat ne yazık ki, sorunun erkek cinsine rakip ve hasımmış gibi konulması, rekabeti biraz daha kızıştırmaktadır.    

Kadınlar, erkeğin asırlardır kadın cinsine yaptığı yanlışın bedelini ödettirmek isteyen intikamcı ve hasmane bir söylemi seçmeleri yerine erkek egemen anlayışlar karşısında, her iki cinsin birbirinin eşit mütemmimleri (tamlayan paydaşlar) oldukları tezini işlemiş olsalardı belki de hem kadın hakları hareketinin çarpıtılmasını hem de kadınlardan almaları gereken desteğin küçülmesini önleyebilirlerdi.

Kadının tabiatı, neliği nedir, ne değildir?

Ferdiyet anlamında birbirinden farklı ve ayrı birer kişilik olan kadın ve erkek tek başlarına nesli devam ettirmeye ve toplumsal rolü üstlenmeye yeterli olmadıklarından birbirini tamlayan (mütemmim cüz) insan türünün iki tarafıdırlar. Fizyolojik açıdan kadın ve erkek, bazı organ ve duyularda birbirinin eksiğini tamamlayan konumdadırlar. Kadını erkekten ayıran en belirgin üç özelliği; hamile kalması, doğurması ve emzirmesidir. Erkek organizması için bunlar mümkün değildir. Kadının baba, erkeğin anne olması fizik bakımdan mümkün değildir.

Kız çocuklarında kişisel gelişme, erkek çocuklarından daha erken oluşur; fakat daha çabuk oturur, hatta bazen beklemeye uğrar. Kişisel yapısı olgunlaşan kadın, çocuklarının kişiliğinde yaşamaya devam eder; çocuklarının hayata başlaması, (iş, eş ve çocuk sahibi olması) onun hayatının sonudur. Kadın, kendi benliği içine sıkışıp kalmaz, kendini çocuklarında yaşar.

Kadınlar anne olunca, dış dünyaya ilişkin kaygıları artar. Erkeklerde ise, nefislerini düşünmek daha fazladır. Bu, erkeğin organizmasının bencilliğe, kadının harici kaygılara eğilimli olmasındandır. Kadının iç-organlarının erkeklere göre daha gelişmiş olması erkeklerin onlara duyduğu büyük ilginin sebebini oluşturur. Çünkü kadının iç organlarının saklayıcı, koruyucu ve geliştirici olması erkeğin ilgisini ona doğru çeker.  Kadının ruhsal duyarlılığının belirgin özelliği sevgidir. Erkek için aşk, hayatın neşesi, kadın için ise bizzat hayatın kendisidir. Kadının aşkı, sürekli ve temelli (gerek bedensel, gerek düşünsel ve ruhsal) nitelikleri tercih eder. Cisimsel güzellikten çok erkeğin ahlaki ve düşünsel niteliklere sahip olanını tercih eder.

Zihinsel yetileri gelişmemiş kadınların güçlü erkekleri; entelektüel kadınların düşünsel niteliklere, yani iyi huy, estetik, zevk ve vakur erkekleri tercih etmesi, oluşturacakları ailelerin uzun ömürlü olacağı duygusunun, onlarda bilinç-dışı dışlaşmasındandır. . Kadının acıma ve cömertlik duyguları pek güçlüdür; tabiatı itibariyle dindardır. Bu yüzdendir ki; cani kadınlar cani erkeklerden daha azdır. Bütün istatistikler bunu göstermektedir. Erkek kazanmaya, kadın kazanılan şeyleri korumaya yatkındır; kadının tutumluluğu buradan gelir. Yuvayı dişi kuş yapar, atasözü buna dayandırılır.

Duygusallığın kadında, rasyonelliğin de erkekte ön planda olduğu söylenir. Yine kadın ruhunun altruisme (özgecilik), erkek ruhunun egoisme (bencillik) eğimli olduğu da söylenilmektedir. Egoist tutum canlının ayakta kalmasının, altruist tutum da hayatın anlamlandırılmasının gereğidir. Canlı ayakta kalamadığı zaman hayatın anlamlandırılmasının nasıl ki bir anlamı olamayacağı gibi anlamı olmayan bir hayatın da insanca yaşamak olup olmadığı tartışılır. Kadının dinginliğe/sükunete, erkeğin harekete/eyleme yatkın olduğu ileri sürülür. Kadın ve erkek için yaşamanın anlamı, eylemin hedefi farklıdır. Kadının kendini sevdirmek, erkeğin ise kabullendirmek için yaşamak istediği söylenebilir. Kadın acıyla ürettiklerinden mutludur, erkek zevkle tükettiklerinden mutsuzdur.

Kadın çevresine olan sevgisini dağıtmada ahenk bulduğu, erkek hırslarını yenip denetim altına alabildiği oranda mutlu olur. Kadın aşkın, erkek baskın duygularla yaşar. Ancak nihai mağlup saldırgan olandır. Kadın ve erkek 40-50 yaşlarından sonra tabiatlarına aykırı olan duygusal değişiklikler göstermeye başlarlar.[1] Kadınların daha rasyonel ve etkin, erkeklerin ise daha gerilenmiş ve duygusal tutumlar gösterdikleri gözlenir. Erkekler için söylenen “insanın bedeni kartlaştıkça, gönlü yumuşar” sözü manidardır.

 

 

 

 

 

 

Kadın olağanüstü hırs ve çabayla toplumda etkin görevler alır, önemli toplumsal mevki ve konumlara gelir, servet, itibar edinir, şöhret kazanır. Ancak doğasının gereğini yapamayıp belli bir yaştan sonra kendisine annelik güdüsünü tatmin edeceği bir çocuğu kucağında bulamayınca, daha açığı, dünyada kendinden sonra kendini devam ettirecek insanı bırakamayınca, yalnızlık içinde kıvranır durur. Oysaki fıtratının gereği olarak o belli bir yaşa kadar anne olması gerektiğini hatırlatan fiziksel değişiklikleri her ay yaşar. Bu nedenle kadın asıl neşeyi, sevinci, mutluluğu kendi neslinin devamında bulur. Bunu da ancak kendini başkalarına feda ederek yapabilir. Birbiriyle ruhen kaynaşan, birbirlerini iyi anlayan eşler uyumlu bir birliktelik ve mutlu bir yuva oluşturabilirler. Birbirinin tabiatlarının gerektirdiği düşünce, davranış ve tutumları anlayışla kavradıklarından aralarında ne üzücü bir söz, ne kaba ve kırıcı tutum ne de fiziksel ve sözlü şiddet yaşanmaz.

Kadın süslenmeyi sever. Kadın erkeği aramaz, aranılır, aranılmak için de güzel yüz ve düzgün fizik gerekir. Ancak kadın anne olabilme yetisi nedeniyle toplumun kendisine verdiği esrarlı çekiciliği kötüye kullanarak erkeklerin cinsel nesnesi haline gelirse anne olma ve mutlu bir yuva kurma şansını yitirir.

Gelişmiş kitle iletişim araçlarıyla çok yer ve kişiyle karşılaşma imkanı bulan günümüz insanları bu avantajları sorun çözmekte değil de yeni sorunlar üretmekte kullanmaya çalışınca, kültür ve güngörmüşlük de işe yaramaz hale gelir. Günümüz bekarlarının evlilik çekincelerinin en en başa gelen nedeni ideal ve uyumlu eş bulamama kaygısıdır. Oysaki ideal eş bulunmaz, olunur. Her iki cins evlilik süresi içinde uyumlu çift olabilmek için değişime hazır olmak durumundadır. Bekar insanlar tek başlarına ideal tipler değildir. Fizyolojik ve psikolojik bir engeli olmayan bekarların bencil duyguları yüzünden evlenip birer eş olarak birbirlerini tamamlamadığı sürece dünyaya gelmenin o kutlu anlamını kavrayabilecekleri kuşkuludur.

Bu yazıya kısmen Alfred Fabye’nin Kadın-Erkek Ruhiyatı ve Gino Lambrozo’nun Kadın Ruhu isimli eserleri esin kaynağı olmuştur.   

                 

 

[1] Bu yazıya kısmen Alfred Fabye’nin Kadın-Erkek Ruhiyatı ve Gino Lambrozo’nun Kadın Ruhu isimli eserleri esin kaynağı olmuştur.   

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.