Konya
28 Mart, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.33
  • EURO
    35.13
  • ALTIN
    2307.3
  • BIST
    9079.97
  • BTC
    70619.38$

İSLÂM’DA AİLE

24 Ocak 2019, Perşembe 09:13

İslâm dini, âileyi daha yaratılışın başlangıcıyla birlikte ortaya çıkan, bir erkekle (Hz. Adem) bir kadının (Hz. Havva) yaratıldığı andan itibaren gerçekleşen, insanlığın en eski ve en köklü kurumu olarak göstermiş; bütün insanlığın bu kurum sayesinde gelişip çoğaldığını bildirmiştir.(1)

Modern antropolojik araştırmalar da Kur’an-ı Kerim’in verdiği bu bilgiyi desteklemektedir. Bu kuruma bütün insanlık tarihinde rastlanmakta hatta bugün bile modern toplumların temelini oluşturmaktadır.(2)

Aile; tarihin her döneminde ve her yerinde toplumun temel ve vazgeçilmeyen müessesesi olmuştur. Bu müessese, insanlığın tanıdığı bütün dinler tarafından da kutsal sayılmıştır. Onun kutsallığı; cemiyet hayatında düzeni, disiplini, huzur ve devamlılığı sağlamasından gelmektedir.

Çocukların eğitim ve terbiyesinde en önemli ve en yakın çevre ailedir. İnsan topluluklarını millet yapan mânevi ve kültürel değerlerin nesilden nesile intikalini sağlayacak olan kurum ailedir. Bütün fonksiyonlarında ailenin yerine bir başka kurum ve kuruluşu koymak tabiata aykırı olup böylesine teşebbüsler yeni yetişenlerin ruh ve beden sağlığını bozmakta, toplumun çözülme ve çökmesine yol açmaktadır.

Ailenin böylesine önemli olduğunu takdir eden İslâm, ana kaynağı Kur’an-ı Kerim’de bu konuya yüz civarında âyet tahsis etmiş, Sünnet kaynağı ise âileyi bir kitap (bölüm) konusu edinmiştir.(3)

Eski, yeni bütün anayasalarımız aileyi “Türk Toplumunun Temeli” olarak nitelendirmişlerdir.

Aile, ilkel ve gelişmiş her toplumun temelidir. Kendisini sürekli, üyelerini mutlu kılmak için üzerine düşen görevleri yapmak zorundadır. Bu görevleri yaparken geleneklerle konulmuş, hukûkî yaptırımlarla düzenlenmiş bir takım yetkilerle donatılan aile, başka kişi veya kuruluşlara devredilemeyen sorumlulukları da taşımaktadır.

Ailenin çeşitli sebeplerle zayıfladığı her durumda; kargaşa ve çok boyutlu sefâlet yaygınlaşmaktadır. Aile bir bakıma kötülük ve iyiliklerin hem sebebi hem de sonucudur. Aile sağlıklı ise toplumda iyilikler yaygınlaşır, aile bozulmuşsa toplum da bozulur.

Aile; üyeleriyle ilgili insani, dini, ahlaki, hukuki görevleri yerine getirmekle görevli kılınmıştır. Bu durumun tabii sonucu, ailenin bir takım sorumlulukları da üstlenmesidir.

Bunlar; aile üyelerinin birbirlerine karşı sevgiyle, saygıyla davranmaları, her birinin, diğerlerinin sağlık eğitim, beslenme, barınma hatta eğlenmesiyle ilgili olarak kendine düşen işleri yapma sorumluluğu şeklinde özetlenebilir.

Bu sorumlulukların, benzerlerinden iki önemli farkı vardır: Birincisi, bunların belirli bir zaman dilimi içinde ve belli bir plan dahilinde yerine getirilmesi zaruretidir.

İkincisi ise, aileye ait olan bu sorumlulukların, bir başka kişi yahut kurum tarafından bu ölçüde yerine getirilmesinin mümkün olmamasıdır.

Uzmanlar, kuş tüyünden bir gündüz bakım evi yatağının, ot yataklı bir aile ocağı kadar bile çocuğu mutlu edemediğini, araştırmalarla tesbit etmişlerdir. Aynı türden araştırmalar; en yetenekli gıda uzmanlarının, çok gelişmiş laboratuarlarda imal ettikleri sütün, anne sütünün çocuğa sağladığı faydayı sağlayamadığını açıkça ortaya koymuştur.

Çocuğu dünyaya getirmekle ailenin işlevi tamamlanmış olmaz. Bundan başka aile, çocukların beden, zihin ve ahlak bakımından sağlıklı ve dengeli yetişmelerinde birinci derecede rol almak suretiyle insanlığın her bakımdan gelişmesine ilk ve en önemli katkıyı sağlamaktadır. Tarihin çeşitli dönemlerinde  ve çeşitli kültürlerde aile az çok değişik fonksiyonlar üstlenmişse de çocuklarla ilgili bu işlevleri kesintisiz devam etmiştir. Çünkü diğer bütün canlılardan farklı olarak insan denilen canlı türünün fizyolojik, ruhsal, zihinsel ve ahlaki gelişmesi ancak kadın ve erkeğin sürekli birlikte yaşamaları, böylece uzun  yıllar ilgiye muhtaç olarak yaratılan çocuklarını beslemeleri, her türlü tehlikeden korumaları, eğitmeleri, diğer maddi ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamaya birlikte çalışmalarıyla mümkündür. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de çocukların yalnızca emzirilme dönemleri için iki yıllık bir süre belirlenmiştir.(4)

Ayrıca Kur’an ve Sünnetteki özel veya genel hükümlere dayanılarak fıkıh kitaplarında çocuğun doğumundan evlenip aile kurmasına kadar türlü ihtiyaçların karşılanması için anne-babaya birçok görev ve sorumluluk yüklemiştir. Bütün bu görevlerin yerine getirilmesi aile kurmakla mümkün olduğu içindir ki, Hz. Peygamber (sav): “Nikah benim sünnetimdir. Benim sünnetimden yüz çevirenler benden yüz çevirmiş olurlar” buyurmuştur.(5)

Dipnotlar:

1- Hucurât, 49/13.

2- Din Sosyolojisi, Çev. Ünver GÜNAY, Kayseri 1990, s. 70.

3- Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN, İslâm’da Kadın ve Aile, İst. 1994, s. 198.

4- Bk. Bakara, 2/232; Lokman, 31/14.

5- İbn Mâce, Nikâh, 1.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.