Konya
28 Mart, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.32
  • EURO
    35.13
  • ALTIN
    2299.0
  • BIST
    9057.25
  • BTC
    70727.14$

İslâm Kültürü İçinde Sanat Sorunu (2)

02 Temmuz 2016, Cumartesi 09:58

Kur'an'da kesin bir emir bulunmamakla beraber, tasviri, yani resim ve heykeli yasaklayan hadisler bulunduğu bir gerçektir. Ne kadar farklı şekilde yorumlanırsa yorum­lansın, tasvir yasağı etkili olmuş ve Müslüman sanatçıları doğrudan doğruya nonfigüratife yöneltmiştir.

 Bu yasağın ar­kasında putperestliğe karşı verilen amansız mücadelenin bilinci vardır. Mekke fethedildikten sonra Kabe’ye giren Haz­reti Peygamber’in ilk işi, putları oradan uzaklaştırmak ve duvarlardaki bütün resimleri sildirmek oldu. Ezraki'nin ri­vayetine göre, Hz. Peygamber, “Elimin altındakiler hariç” diyerek tüm resimlerin silinmesini emretmiştir. Elimin altındaki resim ise Çocuk İsa ile Meryem’dir. Bu ko­nudaki rivayetler çeşitli olmakla, beraber, öyle anlaşılıyor ki, tasvir yasağını ölçülü bir müsamaha ile birlikte düşünmek en doğrusudur.

Nitekim bu müsamaha Kur’anı Kerim'de de vardır: “Temasü” kelimesiyle ifade edilen heykel ve resim, insanların tavrına göre değişik oranlarda, kullanılmıştır. Hazreti İbrahim babasına ve kavmine sorar: “Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir? Başka bir ayette ise aynı kelime, yani “temasu” Hazreti Süleyman'ın emrindeki sanatçılara mabetler, heykelIer, büyük havuzlar ve taşınması güç kazanlar yaptırdığı belirtildiğine göre, tapınmak için yapılmayan sanat eserlerini ifade etmektedir.

Buradan tasvir yasağının putperestlik alışkanlık1arını tümüyle ortadan kaldırmak gayesiyle konulduğu, insanların zihinsel düzeyleri yükseldikten sonra artık bu yasağın anlamsızlaşacağı biçimindeki yorumları dindışı görmek zorlaşır. . .

Rıza Tevfik’e göre, sanat tarihinde yetke olan, Salomon Reinach betimleme yeteneksizliğini dinin etkisine atfediyor, Canlı şeyler resmetmekten zorunlu olarak geri durmaya dayandırıyor ki, kısmen doğrudur.

Tasvir yasağının sadece Müslümanlıkta değil, diğer se­mavi dinlerde de var olduğunu biliyoruz. Nitekim Zebur'da altın ve gümüşten yapılmış putların ağızları olduğu halde konuşamadıkları, kulakları olduğu halde işitmedikleri, gözleri olduğu halde görmedikleri belirtildikten sonra, bu putları yapanların sonunda onlara benzeyecekleri ve öteki dünyada bu putlara ruh üfleme azabından kurtulamayacakları ifade edilmektedir. 

Aynı şekilde ilk Hıristiyanlığın da resim ve heykele putperestliğe düşme kaygısıyla cephe aldığını biliyoruz. Fakat zamanla, bu tavır terk edilmiş kiliseler ikonlarla doldurularak bir bakıma putperestliğe yeniden dönülmüştür. Nitekim Doğu Roma İmparatorluğu'nda buna karşı büyük bir tepki doğar ve 745 yılında kiliselerdeki bütün dini resimler imha edilir. Tarihte, buna “İconolasm (aykanılasm hareketi” denmektedir.

Protestanlığın kurucusu Luther de kiliselerden bütün dini tasvirleri kaldırmıştır.  

 Ayvazoğlu’na göre, başlangıçta tevhid inancına dayandığı halde, önce kutsal kişileri tasvir etmek gayesiyle yapılan resimlerin sonunda da nasıl putlaştırıldığı, Hıristiyanlığın oluşum süreci içinde Romanın müşrik gele­neklerine nasıl dönüldüğü bilindiği için, Hz. Muhammed bu hususta çok, hassas davranmıştır. Bilhassa, camilere tas­vir mahiyetindeki resimlerin sokulmaması, tevhid inancının bugüne kadar saf olarak gelmesini sağlamıştır.

Suut kemal Yetkin’in değerlendirmesiyle bazı sanat tarihçilerine göre İsa’nın şahsında Allah'ın tasvir edilebilmesi resmin ve heykelin kiliseye girmesini' sağlamış, kilisede serpilip gelişen plastik sanatlar Rönesans'a zemin hazırlamıştır. Halbuki İslâm inancında Allah        za­mandan, mekandan, kısaca bütün sınırlamalardan soyutlanıp –tenzih edilip- doğmadığı ve doğrulmadığı belirtilmiştir. Bu yüzden Tanrı, hiç bir şekilde, betimlenip cisimleştirilemez. Hele peygamberin şahsında Allah'ın tasviri hiç düşünülemezdi. Çün­kü bu apaçık bir şirk olurdu.

 Hz. Peygamberin bizzat ken­disi, resul olmak dışında öteki insanlardan hiç bir farkı bu­lunmadığı inancını yerleştirmiş, tanrılaştırılmayı önlemek istemişti. Peygamberimizin vefatından hemen sonra, Hz. Ömer bile kılıcını çekip peygamberin ölümünden bahsedenlere: “Resulullak'ın öldüğünü zanneden herkesin boynunu. kopa­racağım. Vallahi o ölmedi, tıpkı Musa'nın gitmesi gibi üm­meti arasına dönüp gelmek ve kıyamet gününe kadar bu ca­mianın başında bulunmak üzere Allah'ın" katına vardı!”diye haykırıyordu.

 Hz. Ebu Bekir'in peygamberin öldüğüne inanmak istemeyenlere hitaben söyledikleri bu bakımdan çok önem1idir: “Ey insanlar! Muhammed’e tapınan kim varsa bilsin ki, o gerçekten ölmüş­tür. Allah'a kul olan ve O'na, ibadet eden kimse bilsin ki, Allah, Hay’dır, Asla ölmez” (M. Hamidullah, İslâm Peygamberi).

 Bu konuda eğer Hz. Peygamber sağlığında hassas davranmasaydı ve Hz. Ebu Bekir bu hitabesiyle muhtemel bir galeyanın önüne geçmeseydi, İslâm da Museviliğin ve Hıristiyanlığın karşılaştığı tehlikelerle karşılaşabilirdi. Yahudiliğe ilişkin olarak Dinler Tarihinden öğreniyoruz ki, Musa'nın ayrılmasını fırsat bilen Samiri, altından bir buzağı yapmış ve İsrailoğulları bu buzağıya tapmaya baş­lamıştı.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.