Konya
18 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.49
  • EURO
    34.75
  • ALTIN
    2489.8
  • BIST
    9494.38
  • BTC
    63562.5$

İslâm dini açısından organ bağışı ve nakli-2

16 Kasım 2014, Pazar 10:00

Geçen hafta kaldığımız yerden devam edeceğiz.İnşaallah.

Meselâ, dinimizde bir kısım fiil ve davranışlar yasak kılınmış, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde bunlar açıklanmıştır. Sözgelimi, murdar hayvan (meyte), kan, domuz eti, şarap v.b. şeylerin yenilip içilmesi, alınıp satılması ve ilaç olarak kullanılması yasaklanmıştır. Ancak zaruret halinde bunların, zaruret miktarında (ölmeyecek kadar) yenilip içilmesinde günah bulunmadığı Kur’an-ı Kerim’de beyan edilmiştir. Nitekim Bakara suresi’nin 173. ayetinde:

 “O, size ölüyü, kanı, domuz etini, birde Allah’tan başkası adına kesileni kesinlikle haram kıldı. Fakat kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, kimseye saldırmamak ve haddi (ölmeyecek miktarı) aşmamak şartı ile onun üzerine günah yoktur.”

Maide Suresi’nin 3. ayetinde yenilmesi yasaklanan şeyler sayıldıktan sonra, “…Kim son derece açlık halinde çaresiz kalırsa, günaha meyletme maksadı olmaksızın, (haram kılınan bu şeylerden yiyebilir.)” buyrulmuştur.

Bir başka ayette ise şöyle buyrulur: “O sizi, darda kalmanız müstesna, neleri haram kıldığını bildirmiş iken, Allah’ın adının üzerine anıldığı şeylerden ne diye yemiyorsunuz?”  (En’àm, 6/119)

   İşte bu ve benzeri ayet-i celilerden([1]), İslâm fakihleri, zaruretlerin bir ölçüde, dinen yasaklanmış şeyleri mübah kıldığı ve zaruret halinde sadece ayet-i kerimelerde beyan edilen yasakların değil, zaruret halinin giderilmesi için yapılması zorunlu ve başka bir çare olmayan bütün yasakların zaruret miktarınca işlenmesinin caiz ve mübah olduğu sonucuna varmışlardır. Çünkü az önce meâlini verdiğimiz En’am Sûresi’nin 119.ayetinde “Darda kalmanız müstesna” ifadesinde, zaruretler birbirinden ayrılmamış, sadece açlık veya susuzlukla kayıtlanmamış, aksine haram kılınan şeylerin zaruret halinde mübah olacağı mutlak olarak açıklanmıştır. O halde işlenmesinde zaruret bulunan bütün yasaklar, bu ayetlerin kapsamına dâhildir.

Nitekim İslâm fakihleri:

a)Karnında canlı halde bulunan çocuğun kurtarılması için, ölen annenin karnının yarılmasının;

b)Başka yoldan tedavileri mümkün olmayan kimselerin, kırılmış kemiklerinin yerine, başka kemikler nakletmenin;

cBaşkasına ait kıymetli bir şeyi yutup, o şey karnında iken ölen kişinin, karnı yarılarak o şeyin alınmasının;

d)Adli olayların aydınlanması, bilinmeyen hastalıkların öğrenilmesi, ve uzman hekimler yetiştirerek, sağ olmaları sebebiyle ölülere nisbetle daha çok saygıya lâyık olan hastaların tedavilerinin sağlanabilmesi için,- yakınlarının rızası alınmak sureti ile,- ölüler üzerinde otopsi yapılmasının;

 

   Câiz olacağına fetva vermişler, canlı bir kimseyi kurtarmak için gerektiğinde ölen kişinin bir parçasını itlaf etmeyi caiz görmüşlerdir. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere ve Dini Eserleri İnceleme Kurulu’nun 16.4.1952 tarih ve 211 sayılı kararında, özetle şöyle denmektedir:

 

   “...Kamu yararı ve maslahatı göz önünde tutularak, bilinmeyen bir hastalığın bilinir hale gelmesi, hastalığın bilinmemesinden doğacak zararların önlenmesi, hayatta bulunmaları sebebiyle daha çok şayan-ı ihtiram olan hastaların tedavilerinin sağlanması gibi maslahat ve şerî hikmetlerin husule gelmesini temin için, yakınlarının rızası alınacak ölüler üzerinde otopsi yapmanın caiz olacağı ve bu gibi sebepler dolayısıyla ölüye gösterilmesi gereken hürmet ve tekrimin zevaline katlanmasının, İslami hükümlerin bir gereği olduğu...”

   Demek oluyor ki, ölen kişinin kesilmesi, cesedine ilişilmesi, ona saygısızlık ve hakaret kastıyla veya gereksiz olarak yapıldığı zaman, dinin yasakladığı bir davranıştır. Saygısızlık kastı olmayacak bir maslahat ve zaruret sebebiyle ölen kişinin cesedinin kesilmesi hatta parçalanması caiz görülmüştür. İslâm fakihlerinin içtihatları bu şekildedir.

   Diğer yönden, İslâm fakihleri, ölüme götüren açlık ve susuzluk gibi, hastalığı da haramı mübah kılan bir zaruret saymışlar, başka yoldan tedavisi mümkün olmayan hastaların, normal hâllerde kullanılması haram ilaç ve maddelerle tedavilerini caiz görmüşlerdir. Günümüzde kan, doku ve organ nakli de tedavi yolları arasına girmiş bulunmaktadır. O halde hayatı ve hayatî bir uzvu kurtarmak için başka çare olmadığında, kan, doku ve organ nakli yolu ile de bazı şartlara uyularak tedavinin caiz olması gerekir. Nitekim gerek yurdumuzda ve gerek diğer İslâm ülkelerinde yetkili kişi ve kuruluşlar tarafından bu yolda fetvalar verilegelmiştir. 

Söz gelimi Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere ve Dini Eserleri İnceleme Kurulu’nun yukarıda sözü edilen otopsi konusundaki kararı dışında, 25.10.1960 tarih ve 462 sayılı kararında, ölen kimselerden kornea alınması ve naklinin caiz olduğu beyan edildiği gibi, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 19.1.1953 tarih ve 13 sayılı kararında”... sadece hayatı kurtarmak için değil; hasta bir organı tedavi etmek veya tedavisini çabuklaştırmak için de kan naklinin caiz olduğu, ayrıca tıbbi ve hukuki şartlara uyularak, kalp naklinin de caiz olacağı... ifade olunmuştur. Bu kararlarda sadece kan, kornea ve kalpten söz edilmesi bunlar dışındaki organların naklinin caiz olmayacağı anlamı taşımaz. Kararla ilgili sorularda, sadece bu organların nakli yer aldığı için,  kararlarda da yalnızca bunlardan söz edilmiştir. Nitekim Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 3.3.1980 tarih ve 13 sayılı kararında, aşağıdaki şartlara uyularak, ölenin bütün organ ve dokularının tedavi maksadıyla kullanılmasının caiz olacağı beyan olunmuştur.

Bu şartlar özetle şöyledir.

a)Zaruret halinin bulunması. Yani hastanın hayatını ve hayatî bir uzvunu kurtarmak için, bundan başka çare olmadığının, mesleki ehliyet ve dürüstlüğüne güvenilen bir hekim tarafından tespit edilmiş olması;

b)Hastalığın bu yoldan tedavisi mümkün olduğu konusunda tabibin galip zannının bulunması;

c)Vericinin, organ veya dokusunun alındığı esnada ölmüş bulunması;

d)Toplum huzur ve düzeninin bozulmaması bakımından, vericinin sağlığında, buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartı ile yakınlarının rızasının sağlanması;

e)Organ ve doku karşılığında, hiçbir şekilde ücret alınmaması

f) Tedavisi yapılacak hastanın da kendisine bu naklin yapılmasına razı olması.

İşte bu şartlara uyularak, ölmüş kişilerden tedavi maksadıyla organ ve doku alınıp başkasına nakli caiz görülmüştür.

Burada bir hususa açıklık getirmekte fayda vardır:

İnsan kendi vücudunun sahibi değildir. Vücut ve sağlık, Allah’ın kendisine bir emaneti olup, kişi onu korumakla görevlidir. Bu itibarla (yani kişi vücudunun ve organlarının sahip ve mâliki olmadığına göre)  bu konuda vasiyet ve izninin, olup olmamasının dini açıdan hiçbir hükmü yoktur. Kişi sağlığında ister izin versin, ister vermesin, ölümünden sonra, gerekirse bazı organları alınıp hastalara nakledilebilir. Ancak böyle bir uygulama, toplumda huzursuzluğa yol açar. O halde, kişinin sağlığında, organlarını bağışlandığına dair izin ve vasiyetine sadece toplum ve huzur düzeninin korunması bakımından lüzum vardır. Yoksa bir kimsenin izni olmadıkça, ölümünden sonra organının alınmayacağına dair, dini bir hüküm yoktur.Haftaya aynı mevzu ile devam edeceğiz.İnşaallah.

Dipnot:

[1]-Bkz.En’am:6/145; Nahl:16/115

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.