Konya
20 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.50
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2499.5
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    63525.125$

İklim Krizinde Tarım Tehlikede

19 Ağustos 2021, Perşembe 08:48

Dünya, sonsuz uzayda küçük bir canlı nokta. Yaşanmaz hale getirirsek pırtımızı toplayıp kaçacak başka yer de yok. Oysa atalarımız için böyle sorun yoktu. Orta Asya çölleşince topladılar çadırlarını, uzun yıllar ve çetin yollarla Anadolu’yu yurt tuttular. Ruhları şad olsun. O devirlerde insanoğlunun gözünde dünya neredeyse uçsuz bucaksızdı. Ama şimdi gidecek yer kalmadı. Anadolu çoraklaşsa gidilecek yer diye düşünülen yerdeki insanların da,  gidecek yer aradığı zamandayız. Başka gezegenlerde yaşam izi, su varlığının araştırıldığı bir çağda yaşıyoruz.

Doğa bilimini diğer pek çok müspet bilim dalından ayıran önemli özelliği, bilimsel yöntem olarak tümevarım yerine, tümdengelim kuralının kullanılması gerekmektedir. Ekolojide, doğanın parçalarının tek tek nasıl işlediğine değil, bu parçaların ilişkilerine bakılır. Bir buğday çeşidinin sadece hızlı büyüme yeteneği ve verimliliği değil, bu yeteneğin bölge koşullarına uyumu, adaptasyonu da bizi ilgilendirir. Ya da barajın bir tek suyuyla ilgilenmekle kalmaz, bu suyun kaynağını oluşturan havza ağaçlandırılmadığı takdirde, erozyonla taşınan toprağın bu barajı nasıl etkileyeceğini, bu tip sedimantasyonun gelmemesi için proje başlangıcında oluşacak erozyona karşı baraj havzasında ağaçlandırmayı öncelikle hesaba katmalıyız.

Bugün ekosistemi, ‘’belli bir alanda yaşayan ve birbirleriyle sürekli etkileşim içinde olan canlılar ile bunların cansız çevrelerinin oluşturduğu bir bütün’’ olarak tanımlamalıyız. Bir göl, bir ada ekosistem olarak düşünülebilir; Akdeniz ya da suyunu topladığı havzası ile Fırat Nehri de öyle. Ama en büyük ekosistem birimi, önce ülkeler daha sonra dünya ekosistemidir. Karalar, denizler, nehirler, canlısı ve cansızıyla tüm dünyanın oluşturduğu bu bütüne, canlı ve küre anlamında saygı duymalıyız.

Bugünlerde dünya depremler, seller, yangınlar, kuraklık gibi doğal afetlerle boğuşurken kendi içlerinde yaptığı mücadelelerle savaş, göç, kargaşa adeta insanın insanı ezdiği hatta yamyam gibi yediği olağanüstü bir çağda yaşıyoruz. Ülkemizi önce kuraklık, sonra dolu yağışları, sonra orman yangınları, şimdi de seller taşkınlar etkisi altına aldı. Ülkemizdeki yaşananları iliklerimize kadar hissedip milletimizin adeta ne yapabilirimin telaşı ve çaresizliğinde olduğunu görmekteyiz. Tabi dünyanın dört bir yanında iklimsel felaketler ve insan kaynaklı doyumsuzluk ve güç zehirlenmelerinin oluşturduğu savaşlar ve göçler yaşanıyor.

Bilim insanları, devletimizin yetkili organları yaşadığımız kuraklık, orman yangınları, seller, taşkınlarla ilgili çok şey söylediler. Yaraları sarıp yarınları mamur etmenin telaşındayız. Biz de konu hakkında keşke deyip suçlu aramak yerine önümüze bakıp geçmişi tecrübe etmemiz gerektiğinin doğru olacağı kanaatindeyiz. Ancak şunu söylememiz gerekiyor: Mühendislik temel biliminde der ki; Doğada gerçekleşen bir olay 30 yıl, 50 yıl, 100 yıl nihai olarak 500 yılda gerçekleşir. Yaşadığımız doğal afetlerde aslında doğa bizim ona hakkımızdan ve haddimizden fazla yaptığımız müdahalelerle aldıklarımızı geri alıyor. Doğa kendinde olan tahribatı düzenliyor. Bu olaylar yüz yıllarda belki de bin yıllarda gerçekleşiyorbiz anı yaşayarak yorum yapıyoruz.

Yaşanan doğal felaketleri her sorumluluk sahibi insan kendi alanında değerlendirip, yaşananlardan suçlu aramak yerine ders çıkartmayı tercih etse inanın gelecek adına daha faydalı sonuçlara ulaşırız. 1984 yılında benzer sel ve taşkın felaketini yaşayan Kastamonu Bozkurt ilçesi yapılaşmayı daha da dere yatağına taşıyarak 400 metre genişliğindeki doğal yatağı 15 metrelik modern taşkın koruma tesisi ile telafi edeceğini düşünürsen olandan ve ölenden vebalin olur ey yetkili, haberin olsun.

Biz kendi alanımıza dönersek tarımsal üretimde bir türlü yapamadığımız üretim planlaması,  girdi maliyetlerinde engellenemeyen yükseliş, elde edilen ürünlerin maliyetlerden dolayı karlılığının azalması, su yetersizliği ve kuraklık sorunu, iklim değişikliği, tarımsal üretimde yaşlanan nüfus, tarıma gereken önemin, değerin, desteğin verilmeyişi tarım camiasını karamsarlıktan kurtaramıyor. Üretim planlamasının yapılamayışı tarımsal üretimin önündeki en büyük engeldir. Buna bir de küresel ısınma, iklim değişikliği kaynaklı kuraklık, yangın, sel gibi aşırı hava olaylarının neden olduğu felaketler eklenince üretim yapmak gerçekten çok zorlaşıyor.

Milletlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 2021 raporunda da açıkça belirtildiği gibi tarımsal üretim her geçen gün zorlaşıyor. Yoğun sanayileşme, madencilik faaliyetinin yanı sıra tarımda, özellikle aşırı kimyasal kullanımına dayalı, doğal kaynakları yok eden, çevreye zarar veren faaliyetler küresel ısınmaya neden oluyor. Küresel ısınmadan olumsuz yönde en çok etkilenen sektörlerin başında tarım geliyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü yıllardır artan nüfusun gıda ihtiyacını karşılamak için 2050 yılına kadar mevcut gıda üretiminin iki katına çıkartılması gerektiğine dikkat çekiyor. Tarım arazileri hızla amaç dışı kullanıma kurban giderken bu üretimi nasıl arttıracağız? Bu sorunun cevabı tabii ki de üretim tekniklerini ve özellikle sulu tarım alanlarını geliştirmektir.  Sadece artacak olan nüfusun değil, bugünkü nüfusun da gelir durumu arttıkça gıda tüketimi artıyor. Bu nedenle gıda üretiminin önemi her geçen gün daha da artıyor. Farklı teknikler deneniyor. Laboratuvarda yapay et üretim denemeleri bunun bir örneği. Hayvancılık faaliyetleri ile ortaya çıkan ve küresel ısınmaya neden olduğu bilinen metan gazı salınımının azaltılması için laboratuvarda yapay et üretimi deneniyor.

Geçtiğimiz hafta ve aylarda, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkede yangın, sel, kuraklık gibi yıkıcı hava olaylarına şahit olurken, bazı olumsuz iklim etkilerinin yüzyıllar alacağı, bazı etkilerin ise geri döndürülemeyeceği riskiyle karşı karşıya olduğumuzu bilim insanları ortaya koymaktadır.

Türkiye’de İklim değişikliğine bağlı aşırı hava olayları en fazla yaşam alanlarını etkiliyor. Türkiye’de sadece son 1 yılda yaşananlara bakıldığında kuraklık, sel, orman yangınları, aşırı sıcak, aşırı soğuk, hortum, don ve daha birçok felaket yaşandı. Aşırı hava olaylarından etkilenmeyen çiftçi neredeyse yok. Her bölgede her çiftçi bir şekilde etkileniyor. Öngörülere göre bu olumsuz etki önümüzdeki yıllarda artarak devam edecek.

Yeni şartlara uygun tarım politikasının yani “Üretim Planlamasının” mutlaka hayata geçirilmesi gerekiyor. Sulanabilir alanlarda sulu tarıma geçiş için gündemdeki Su Kanunu, Milli Tarım Projesi ile bütünlük sağlayarak, Türkiye Milli Su Planı yapılarak sularımızın her damlasını üretime dönüştürecek çalışmaları yapmalıyız. Yukarıda saydığımız Türkiye’ye özgü sorunlara çözüm sağlayacak önlemlerin mutlaka alınması gerekir. Ayrıca, klasik, sadece felaket üzerine kurgulanmış sel, yangın, dolu, kuraklık sigortaları yerine verim kaybından kaynaklanan zararların, gelir kaybını karşılayacak sigortalarının devreye alınması gerekiyor.

Tarıma hak ettiği destek sağlanmalı; Koronavirüs ortaya çıktıktan sonra bu süreçte birçok ülke tarımsal üretime, gıda temini için ciddi destek paketleri açıklamak zorunda kaldı. Koronavirüs, iklim değişikliğinin sadece bir parçası. Yapılan uyarılara göre kuraklık daha sık görülecek. Yağış rejiminde daha büyük değişiklikler, aşırı sıcak veya aşırı soğuk, sel, yangın felaketleri daha sık yaşanacak. Bu gelişmeler devlet destekli tarımsal üretimi zorunlu kılıyor.

Türkiye açısından daha önemli bir başka konu ise yıllardır dile getirilmesine rağmen tarımsal üretimde planlama sorununun bir türlü çözülememesi. Eldeki verilere dayalı olarak üretim planlaması, ürün deseninde gerekli değişikliklerin mutlaka yapılması gerekiyor. Bu planlama yapılırken de ilk sıraya iklim değişikliğinin yarattığı aşırı hava olayları, su kaynakları konulmalı. İklim değişikliği ve su konusunu dikkate almayan hiçbir tarımsal planlama, üretim politikası başarılı olamaz. Küresel ısınma ile mücadelede ormanların çok büyük önemi var. Türkiye son elli yılda orman varlığını artırabilen ender ülkelerden birisi. Yangınlarla ciddi bir orman alanımız yok oldu. Hiçbir ihmal ve referansa fırsat vermeden Orman Kanunlarının sert ve titizlikle uygulanmasını ve genç filizlerin tekrar ormanlık alanlara dönüşmesi gerekmektedir. 

Doğa, ekosistemler ve biyoçeşitliliğin önemine dikkat çeken İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay’ın uyarıları ve yapılması gerekenler özetle şöyle: “Sadece bu yıl yaşanan seller, kuraklık ve son olarak orman yangınları gelecekte olabileceklerin göstergesi. Çünkü ülkemiz için yapılan tüm tahminler, modellemeler bu ve benzeri aşırı hava olaylarının şiddeti ve sıklığının gelecekte çok daha fazla olacağını ortaya koyuyor. İklim değişikliğini plansızlığımız, tedbirsizliğimiz ve bize bir şey olmazcılığımızı örtbas etmek için kullanıyoruz. Acilen bir şeyler yapmalıyız. Bunun için de öncelikle sera gazı salımları için 2030 yılına kadar en az %50 azaltım hedefi koymalı ve bunu çok katı olarak uygulamalıyız. Bu da yetmez deyip yine acilen iklim değişikliğiyle şiddeti ve sıklığı artan aşırı hava olaylarına karşı uyum önlemleri almalıyız. Bunları yaparken de doğayı, ekosistemleri ve biyolojik çeşitliliği de korumalıyız.”

Tarım politikası bir yandan enerji politikasıyla bir yandan da nüfus politikasıyla yakından ilişkili. Ekolojik enerji yaklaşımından şöyle önemli bir sonuç çıkarabiliriz: Nüfus arttıkça, ya tarımsal üretim artacak ya da nüfusun yediği besinin kalitesi düşecek. Üretim arttıkça, petrole ve enerji gereksinimine bağımlılık da artacak. Çünkü bedelsiz yarar olmuyor, bu artışın bir de maliyeti var. Amaç, ekolojik çözümlerden yararlanarak bu maliyeti düşük tutmak olmalı.

#topragınadamı

 

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.