Konya
20 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.50
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2499.5
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    63570.231$

İdeolojik eğitim

28 Kasım 2015, Cumartesi 10:48

Eğitim hayatın kendisidir. Çoğu kez öğretim ve eğitim birbiriyle karıştırılır. Okullarımızda sunulan hizmet ağırlıklı olarak genelde öğretimdir. Yani teorik uygulamalar. Ama iş pratik yapmaya gelince mesela bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni uygulamalı olarak bunu göstermeye kalkışsa diyelim ki,  namazın nasıl kılındığını gösterse, eğitim olayı gerçekleşecek ama, bu sefer de, uygulamalı bir örnek teşkili bazılarını huzursuz kılacaktır. İşte o zaman karşına, onların can siperane yapıştığı bir deyiş olan”Laiklik” silahı, birden bire bu uygulama neticesi elden gitmiş olacağından, öğretmenimiz de ne yapsın garibim, başım belaya girmesin kabilinden hareketle sadece işin ezber yönlerini mevcut şartlar karşısında uygulamaya koyuyor, bundan da gençler/çocuklar artık ne öğrenebilirlerse kendilerince almaya/bilmeye/öğrenmeye çalışıyorlar ki, netice de, okutulan bu dersten ne öğrenci ne de öğretmen gerçek manada mutlu olamıyor.

Öğretim de verilen bilgiler ancak davranışa dönüştürülürse eğitim gerçekleşir. Bir başka deyişle eğitim; bilgilerin davranışa dönüşmesidir. Eğer öğretilenler ya da öğrenilenler kişi tarafından benimsenmemiş ise, o zaman eğitim gerçekleşmemiş demektir. Demek ki mesele, okuduğunu anlamak, anladığını benimsemek ve benimsediklerini de uygulamak, yani gereğini yerine getirmek olarak, bilinmesi gereken özellikler manzumesi şeklinde oluşması gerekir... 

Eğitimle insanın belli kalıplara girmesi ya da topluma belli bir anlayış yahut şekillenme getirilmesi yeni bir bakış açısı oluşturulması istenilen hedeflerdendir. Çoğu kez batılı standartlara ulaşamamış ya da çağın gerisinde kalmış olarak lansedilen toplumlarda belli bir görüş devletin resmi siyasi görüşü olarak benimsen diktenden sonra egemen ideoloji olarak uygulama safhasına konulup, devletin tüm resmi organları tarafından özellikle de eğitim kurumları tarafından uygulanarak toplum buna göre şekillendirilmeye çalışılır. Althusser yapmış olduğu bir çalışmasında ideolojik faaliyet gösteren kuruluşlara “devletin ideolojik aygıtları” ifadesini kullanmaktadır. Peki, kimdir bu aygıtlar: başta siyasi partiler, sendikalar, basın kuruluşları, okullar, dini kurumlar, edebiyat ve sanat kuruluşları vs. doğrudan ya da dolaylı, bu desteklerini sürdürenler olarak işlevde bulunmaktadırlar. Mesela bizim Ülkemizde ki dini kuruluşları hatta Dinin kendisini, devlet adına denetime ve kontrole tabi tutmak için Diyanet İşleri Başkanlığı bulunmaktadır. Başkanı da seçimle değil atama ile işbaşına gelen devletin resmi bir görevlisidir. Bir diğer kurum ise: Üniversiteleri disiplinli bir yapıya dönüştürmek için öngörülen kurumda YÖK olarak tespit edilmiştir. Burada bilim üretmesi gereken özerk ilim kurumları devletçe yönlendirilerek belli bir kalıba büründürülme işlevine dönüştürülmüş, bol ünvanlı birçok prof: bilim adı altında bilimsel araştırmalar yerine ideoloji üretme mantığıyla yoğrulmuşlardır.

Bazen düşünüyorum da olayları tersinden yorumlayarak,diyorum ki; acaba bizler birinci dünya savaşına girmeseydik, kurtuluş savaşını yaşamasaydık, toprak kaybına bu kadar uğramasaydık, en kötü ihtimalle Misakı Milli diye and içtiğimiz sınırlarımız korunmuş olsaydı, yine devlet yönetim şeklimiz de sembolik olarak Avrupa’daki bir  İngiltere ya da  İsveç’te gibi bir uygulama  halinde ama gerçek mana da batının bünyesinde taşıdığı ve uyguladığı demokratik kural ve prensipler yürürlükte olsaydı, bizim ülkemizin şu andaki  siyasi,ekonomik,kültürel düzeyi ,sanayi ve ticareti,dış politika kulvarı ne ölçüde olurdu diye merak etmiyor değilim. Diyelim ki bizim Ülkemizde bir Almanya gibi, Amerika gibi toplumsal gerçekleriyle yüzleşmiş, demokratik olgunluğa kendi içinde ulaşmış ve insanına hizmet götürme ve ona değer verme açısından üst düzey bir tutum geliştirmiş olsaydı, bugünkü gibi, birbirimize düştüğümüz toplumsal zaaflarımız olur muydu/olmaz mıydı? diye yine aklımdan geçmiyor değil.

Toplumumuzda herkes konuşur, Aklı erende ermeyende. Üstüne vazife olanda olmayanda. Bir konunun uzmanı olanda olmayanda. Açın televizyonları izleyin konuşmaları hararetli tartışmalar, bağırışmalar,bazenkavgalar,tahammülsüzlük sınırlarını zorlayan insanı çileden çıkaran tek yönlü yaklaşımlar,yok benim dediğim doğru yok benimki doğru diye çalan  ağız enstrümanları almış başını gidiyor. Bizim toplumsal gerçeklerimiz nedir? Kültürümüzün beslenme kaynakları nelerdir? Halkın eğilimi ve inanç değer anlayışı ne yöndedir? Bunlar kaale alınmaz varsa yoksa da gözü kapalı batıya endeksli tek doğru ve tek gerçek olan sanki  batıdavarmış gibi algılama ve bir türlü yapılan tartışmalarda uzlaşılamayan ve örtbas edilen gerçek değerler, misal olarak; hep ya altı çizili kalır başka bir bahara ertelenir, ya da tümden üzeri çizilir, sadece insanın inandığı ya da benimsediği değerler olarak kendi içinde hapsedilir. Oysa hem solcu bir aydın hem de Türkiye gerçeklerine vakıf birisi olarak Atilla İlhan: “Batılılaşma diye kafaya bir şey taktılar.Biz ne halt ediyoruz diyen yok.Milli benliğimizi korumak işi çok önemlidir.Önce Türk mantığımız hakim olmalı,sonra sağcı-solcu olmalıyız” Ve yine bir başka değerlendirmesinde ise:”Türkiye’nin işgal döneminde düşmanla işbirliği yapanlar hep yabancı kültür formasyonu almış kolejlilerdir.Belki niyetleri iyidir ama Türkiye gerçeği başkadır” diyor.

Ben şunu anladım ki,bizler ne oturup konuşma ne de gerçek mana da uzlaşıp,tartışma kültürüne ulaşmış değiliz.İşimize gelmeyen hususlarda hemen sert bir tepki çeker,rakibimizi sindirme ve alt etme yollarını araştırır,bulduğumuz anda da acımadan onu cezalandırma yollarını uygular, peşinden de yaptığımızla övünürüz.Ya da işi pişkinliğe vurur sinsi sinsi bıyık altından gülerek,dişimizigıcırdatır,kinimizi gecikmeli içimize gömeriz. O zaman ortaya şu çıkıyor: Bizler kendimiz için istediğimiz bir şeyi maalesef başkaları içinde düşünmüyoruz. Bizlerin hedefinde demek ki birey yolarak sadece kendi egomuzu tatmin etmek var. Ben böyle anlıyorum.

Yaklaşık iki yüz hatta iki yüz elli senedir batıyla kurduğumuz kültürel irtibat sonucu onlardan aldıklarımızı hep kusursuz doğrular olarak algıladık. Dini inancımız, değer yargılarımız, kültürel kimliğimiz farklılıklar göstermesine rağmen, özenti bezenti demeden giyim kuşamda ne varsa aldık almaya da devam ediyoruz. Batı bize verdikleriyle ne yaptı,bizi kendine benzetti. Peki biz batılı anlamda onların ulaştığı kalkınma hamlelerini yakalayabildik mi? Toplumsal değer yargılarımızı üst düzeye taşıyabildik mi? Hayır.Peki ne yaptık sadece onların bize sunduğu felsefe anlayışıyla uğraştık,kendimizioyaladık,birbirimizi anlayamadık, yolumuza konan taşlardan kurtulamadık,eteğimizi doldurduğumuz taşları habire birbirimize atarak tüm enerjimizi bu yolda harcadık,yorulduk.Sorunları aşamadığımız gibi bir devletin en önemli hayatiyet meselesi olan eğitimi de tamamen politize edip iktidarların siyasal görüşlerine uygun hale getirip olayı yaz boz tahtasına çevirdik.(devam edecek)

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.