Konya
24 Nisan, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.51
  • EURO
    34.79
  • ALTIN
    2422.6
  • BIST
    9738.66
  • BTC
    66450.1$

Hukuk Devletinden Vazgeçip Kanun Devletini Arar Hale Gelmek (1)

04 Mart 2021, Perşembe 08:55

Geçtiğimiz hafta, ülkemizin tarihinde ender görülen toplumsal sarsıntılardan biri olup 1997 28 Şubat Dönemi adıyla anılan ve “Postmodern Darbe” yakıştırması yapılan siyasal bunalımın yıl dönemi olduğundan, yıllar önce yazıp da dosyalarımın arasında bulduğum Hukuk Devletinden Vazgeçip Kanun Devletini Arar Hale Gelmek başlıklı yazımı güncelleyerek okurlarımla paylaşmak istedim.

İnsanlık tarihinin kabaca en az yedi sekiz bin yıllık bir kültürel altyapıya sahip olduğu söylenilebilir. Coğrafyamız da ilk kadîm uygarlıkların yaşandığı bölgelerden biridir. Bu topraklarda bizden önce yaşamış olan Luviler, Hatti (Hitit) ler, Asuriler, Persler, Grekler (İskender İmparatorluğu), bu yıkıldıktan sonra kurulan krallıklar (Selevkoslar) gibi, Romalılar, Bizanslılar, Selçukiler, Osmanlılar nice badireler atlatmışlardır. Bu coğrafya, güzel, mümbit, yaşanılır olmasının yanında zorluk derecesi yüksek olan bir yaşam pratiğini de beraberinde taşıyıpçok kanlı ve trajik mücadeleler sonucu birçok insani kavram ve değerler üretmiştir. Bu zengin tarihi ve kültürel altyapının günümüzdeki öncelikli kavramları da şunlardır;

-İnsan hakları 

-Fikir ve inanç özgürlüğü 

-Kendini ifade ve kültürel kimliğini yaşama hakkıve bunların dışındaki insan hakları kavramının çeşitli türevleri.

Ne kadarına ne ölçüde sahip olduğumuzun tartışılabilir olan mevcut medeniyetimiz geçmişle kıyaslandığında insanoğlunun ulaşabildiği en üst kültür yapısı olduğu söylense de yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine geldiğimiz bu zamanda bile bunca insan hakkı ihlalleri, haksızlık, gasp, emek sömürüsü, eğitim, sağlık ve konut sorunlarının had safhada yaşandığı bir asır olması, evrimcilerin iddia ettikleri gibi sosyal alanlarda düzgün doğrusal bir ilerleme ve gelişmenin olmadığını ortaya koymaktadır.   

Dünyada, artık bireysel özgürlükler öne çıkarılıyor. Artık insanlık, yirminci yüzyılın ilk yarısında gücünü kitlelere hissettiren devletçi, toplumcu ve lider mitine tapma anlayışından uzaklaşıyor. Bireylerin her türlü otorite ve baskıdan uzak, hür ve bağımsız olarak doğmaları ve yaşamaları gerektiği vurgulanıyor, hatta bu hakları halklarına vermeyen yönetimler baskı,  terör ve şiddete başvurmak fiilinden kara listelere alınıyor. Bu süreç, bireylerin kendi çabalarıyla mı yoksa hakim medya örgütlerinin yönlendirmesiyle mi olmaktadır konusunda ikilem yaşanmaya devam ediyor.

28 Şubat 1997

Dünya iki bine iki kala bireyselliğe ve özgürlüğe koşarken, ülkemizde son bir yıl içinde görülen dünya standartlarına ters düşen uygarlık patentli gerici ve irticai düşünce, tutum ve hareketler yüzümüzü kızartır oldu. Ülkemizin çok değil daha iki yıl öncesine kadar çoğulculuktan, çok seslilikten, hürriyetlerin yaşanılabilir olmasının erdemlerinden söz eden siyasiler, düşünürler, edebiyatçı ve yazarlar son bir yıl içinde (Refah-Yol Hükumeti kurulduktan sonra) eski söylemlerini unutarak bireysel özgürlüklere, kişi dokunulmazlığı ilkesine, fikir ve inanç özgürlüğüne karşı Hitler, Mussolini ve Stalin dönemlerinin onlarla suç ortaklığı yaptığı için toplum huzurunda ve kamu vicdanında mahkum edilmiş yazar-çizer takımı gibi en hayati ve en değerli insan haklarını çiğnemekten çekinmemeleri bir yana bu işi fiile dökülmesi gerektiği yolunda güvenlik güçlerine çağrılarda bulunuyorlar. Düşünmede tutarsızlık mı denir, düşüncede anomi mi her ne ise bizim çoğu aydınlarımız akıl şirazesini yitirip, sağduyuyu kaybedip 6 ay, en fazla bir yıl öncesinde hararetle savundukları düşünceleri sil baştan reddedip insan hakları ihlalcilerinin (medya, yargı, emekli asker) safındakendilerine onurlu bir mevkii edinmeye çalışıyorlar.

Ülkemizde yaşanan bir kaç somut insan hakları ihlali üzerine dikkat çekerek, amacı çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak olduğu söylenen bir ülkenin siyasileri, aydınları, kolluk güçlerinin neden çağdaş uygarlığın gereklerine sırt çevirmeyi göze almalarını irdelemek gerekir.

Bir genç kızın başörtüsünden, bir gencin sakalından saçından, yani daha açığı bir metrekarelik bezden ve bir tutam kıldan celallenerek, insanımızın temel insan haklarını ihlal, ihlalden de öte, gasp, hatta ondan da öte -eğer kanun çıkarsa- hapishanelere dolduracağız. Bu ayıbın, bu utancın,  bu aymazlığın ve pespayeliğin işlenişinde etkin rol alanlar, sessiz kalarak onaylayanlar, hatta onaylamasa da ilgisiz kalanlar bu insanlık suçuna ortak oluşlarının gerekçelerini nasıl izah edecekleri merak konusudur.

Bir genç hanımın hiçbir baskı ve tahakküm altında değil de yalnız kendi hür iradesiyle başına örttüğü bezi ne hakla, hangi gerekçeyle, ne tür bir yasayla başından zorla alacağız? Lütfen bunun makûl bir açıklama biçimi varsa çıksın izah etsin birileri kamuoyu önünde.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.