Konya
24 Nisan, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.93
  • ALTIN
    2431.7
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66674.84$

HILYE-İ ŞERİFLER (1)

21 Aralık 2015, Pazartesi 08:35

 

Peygamberimizin vefatından kısa bir süre önce kızı Hz. Fâtıma; “Ya Resûlallah! Senin yüzünü bundan sonra göreme­yeceğim” diye ağlayınca Pey­gamberimiz Hz. Ali’yi çağırmış ve: “Ya Ali! Hilyemi yaz ki vasıfla­rımı gör­mek beni görmek gibidir” buyurmuştur.

 İşte bu ha­disedir ki “Hilye” tü­rünün ve “Şemâil” kitaplarının doğ­ma­sına, gelişmesine, yay­gınlaşmasına sebep ol­muş­tur. Hatta siyer ve mevlid gibi Hz. Peygamber’in hayatı ile yakından ilgili türler de bu hadiseyi kısmen telmih eder­ler.([1])

“İlk örnekleri 17. yüzyılın sonlarına doğru görül­meye başlanan “Hilye-i Saâdet”, “Hilye-i Nebevî”, “Hilye-i Pey­gam­berî” gibi kısaca “Hilye”ler Pey­gamber Efendi­mizin kutsal vasıflarını, saç ve göz rengini, vücut biçimini, tavır ve hareketle­rini özellikleriyle anlatan, özel form­larda dü­zen­lenmiş levha­lara verilen isimdir. Kay­nak­larda açıkça yer almamakla bera­ber, ilk defa hat­tat Hâfız Osman (Ö: 1698) tarafından levha şeklinde ya­zılmış olduğu kabul edilmek­tedir. ([2])

 Sözlükteki sıradan anlamı; “Süs, ziynet, cevher, güzel sıfatlar, güzel yüz” olan Hilyeler, aslında hattat’ın değişik kompozisyonlar uygulayarak ve müzehhibin (süsleyici) de çeşitli tezhip örnekleri göstererek, başka bir deyişle âdeta “ziynetlendirdiği” iddialı eserlerdir. ”([3])

Türk Milleti bu hususta da diğer Milletlerden çok farklı davranmış, Hilye ve Şemâil’lerin en güzel örnek­lerini ver­miş­ler, bunların kenarına yaptıkları tezhib’lerle içindeki Peygam­ber sevgisinin ne kadar derûnî (iç­ten) oldu­ğunu ispat etmişler, bugün bile ecnebileri hayran    bıra­kan harika eserler meydana getir­mişlerdir.

Her eve, her dükkâna ve iş yerine bunları, en azın­dan bi­rini as­mışlar­dır. İslâm inançları yönünden sağlam te­mel­lere oturmamakla beraber; iyi niyetleri ve Pey­gamber’e olan           mu­habbetlerinin neticesi; bunların asıl­dığı evlere bela ve musî­betlerin gel­meyeceğine, o evde bolluk ve bereket olaca­ğına, hâne halkı­nın huzur ve mutluluk bulacağına inanmışlardır. Bunları muska yapıp yanla­rında taşı­mışlar, her za­man Peygamberi ile beraber ol­mayı            iste­mişlerdir. Hatta Hilye ve Şemâilleri ezberle­yerek Hz. Peygamberi rüyada görebilmek için, her gece ya­tarken okumayı âdet edinenler bile ol­muştur. Cephe­lerde ha­ya­tının baharında dini, vatanı ve milleti feda-yı can edip şehit olan Mehmetçiklerin koy­nundan Kur’an cüzleri veya bunlardan biri çıkmıştır.

Hilye-i Saâdet özetinden:

 “Hazreti Peygamberin boyu ne çok kısa, ne de çok uzundu, orta boy­luydu. Ne kıvırcık kısa, ne düz uzun saçlı, saçı, kıvırcıkla düz arasında idi. Değirmi (yuvar­lak) yüzlü, duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kir­pik­liydi. İri ke­mikli ve geniş omuzluydu. Göğsü, orta­dan karnına kadar kılsızdı. İki avucu ve tabanları dol­gundu. Yürüdüğü zaman, sanki yo­kuş aşağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktı­ğında bütün vücu­duyla dönerdi. İki omuzu arasında "Nübüv­vet Mührü" vardı. Bu Onun so­nuncu pey­gamber olu­şunun nişânesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu, en arkadaş canlı­sıydı. Kendile­rini ansızın görenler Onun hey­beti karşı­sında sarsıntı geçi­rirler, fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulu­nanlar ise, Onu her şeyden çok se­ver­lerdi.

Oturuş tarzları: Peygamberimiz kimseye darlık verme­mek için, ashab içinde ayaklarını uzatıp otur­duk­ları vaki de­ğildir. Umûmiyetle kıbleye mü­teveccih otu­rurlardı. Yan­larına gelen misafirlerin altına çoğu zaman sırtla­rındaki abayı serer ve otururlardı. Bazen de misa­firlerine kendi minderlerini ve­rirlerdi.

Konuşmaları: Peygamberimizin konuşmaları tatlı ve te­sirli idi. Söz söy­ledikleri zaman gür ve yüksek sesle, ke­lime­leri tane tane söylerdi. Hatta din­leyenler sözlerini                         ez­berleyebi­lirlerdi. Sözlerini umumiyetle üç defa tek­rar eder­ler, konuşma esnasında başını yuka­rıya kaldırır­lardı. Kim­seye fena söz söylemez ve kim­senin sözünü kesmezdi. Boş söz asla konuşmazlardı.

Peygamber daima düşünür ve sükûtu ihtiyar eder­lerdi. Lüzum hâsıl ol­madıkça konuşmazlardı. Konuş­tukları za­manda her kelimeyi açık ve fa­sih olarak söy­lerlerdi. Elle­riyle işaret ettikleri zaman bütün kolunu kal­dı­rırlardı. Bir şeye taaccüp edince elini içeri         çevirir­lerdi. Bazen bir şey söy­lerken iki elini birbirine çarpar­lardı. Söz esnasında lâ­tîfe yaparak, gözlerini öne indi­rirlerdi. Nadiren güler, fakat ekseriya tebes­süm eder­lerdi. Bazı rivayetlere göre de Peygamberimiz hiçbir zaman kah­kaha ile gülmemiş­lerdi. Resul-i Ek­rem hid­detli hallerinde de, normal zamanlarında da dâima hakkı söyler­lerdi. Kendileri güzel konuşurlar ve güzel konuşmayanlara da iltifat etmezlerdi. Konuşulması ve anlatılması gereken bazı şeylere kinâye yolu ile işâret eder­lerdi. Kendileri sustukları zaman ashab konuşur­lardı.

 

Dipnotlar:

1-İskender Pala, “Hilye-i Saâdet”, T. D. V. Yay. Ankara, 1991, s. 2.

2-Mustafa Uzun, “İslâm Ansiklopedisi”, T. D. V. Yay. İst. 1998, c. 18, s. 47.

3-İskender Pala, a. g. e. s. 1; Erol Özbilgen, a. g. e. s. 569.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.