Konya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.60
  • EURO
    34.80
  • ALTIN
    2507.2
  • BIST
    9422.62
  • BTC
    64341.34$

Hidayet Üzere Yaşamak-3

03 Kasım 2016, Perşembe 07:40

            Allah’a hamd, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e salât ederim.

            En Mühim Mesele Hidâyettir. Gerek Yüce Allah'ın rızasını kazanmak, gerekse insanların sürekli huzuru te'min etmeleri itibariyle en mühim mes'ele hidâyet meselesidir. Bunun içindir ki, günde kırk defa Fatiha-i Şerîfe'de Yüce Mevlâ'dan hakîkî hidâyeti taleb ediyoruz. Bu hidayet mes'elesi çok geniştir. Biz burada kısaca temas edeceğiz:

Kur’an-ı Kerim’de; “ Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, kalplerdeki hastalıklara bir şifa, inananlara bir (hidayet) rehber ve rahmet gelmiştir.” (1)

Tefsiri:

“ 57, Özellikle âhiretle ilgili açıklama ve uyarıların yer aldığı 45-56. âyetlerin ardından Kur'an-ı Kerîm'in öğüt, şifa, rehber (hüdâî, rahmet olarak gösterilmesiyle, bir bakıma, bu açıklama ve uyarıların niçin yapıldığının cevabı da ortaya konmuş bulunmaktadır. Çünkü âhireti inkâr etmek ve bunun neticesinde âhiret sorumluluğunu hissetmeden yaşamak iman ve amelde sapma demektir. Kur'an, öncelikle bu tehlikeli duruma karşı insanlara öğüt vermekte, onları aydınlatmakta; ikinci olarak her bir insanın gönül dünyalarına hitap ederek oradaki manevî ve ahlâkî bozuklukları tedaviye yönelmekte, insanın iç dünyasını arındırmasını, doğru inanç ve güzel hasletler kazanmasını sağlayıcı hükümler getirmekte; üçüncü olarak Kur'an'ın uyarı ve öğütlerini ciddiye alıp onun şifa verici hükümlerini benimseyen müminin doğru ve yanlışları görmesine, ebedî kurtuluşa yönelmesine ve hak yolda yürümesine rehberlik etmekte; nihayet bu kemal derecelerini aşan müminlerin Allah'ın sevgi ve merhametini kazanmalarını sağlamaktadır.

Kur'ân-ı Kerîm'in özellikle müminler için bir rehber ve rahmet olarak gösterilmesi, insanların Kur'an karşısındaki tavrıyla ilgilidir. Çünkü inatçı ve ön yargılı tavırlarıyla daha baştan doğru ve hayırlı olan şeylere kendilerini kapatanlar, nübüvvet ve vahiy nurundan yararlanamazlar; bu yüzden de özünde hidayet ve rahmet olan Kur'an bunlara fayda sağlamaz.(2) Nitekim A'râf sûresinde (7/179)   "...Onların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da akılsızdırlar. İşte asıl gafiller onlardır " buyurularak bu hususa açıklık getirilmiştir.

Fahreddin er-Râzî, peygamberlerin doğruluğunu kanıtlayan biri mucize, diğeri aklî burhan olmak üzere iki farklı delil şekli bulunduğunu belirtmekte ve bu âyeti, Hz. Muhammed'in (sav) hak peygamber olduğunu aklî olarak kanıtlayan delillerden biri olarak göstermektedir. (3)

“İbâdetlerini ihlâs ile (Allah’ü Teâlânın rızâsı için) yapanlara müjdeler olsun. Bunlar hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler. “ (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Fatiha suresinde  hidayet sorulması (elbetteki meydana geliyor) müstakbelde ömür üzerinde sabit olması içindir. Deniliyor ki burada hidayetin istenmesi ahirette cennet yoluna iletmek içindir. Sanki burada verilen sözün mükafatı yerine getirilmek içindir şu ayette belirtildiği gibi.

"Onunla Allah, rızasının peşinde giderleri esenlik yollarına iletiyor."  (4)

Yani “esenliğe giden yollara.”  Deniliyor ki bütün sapıklıkların ve şüphelerin verdiği eziyetten dolayı hidayete ermek isteyen kalbindeki şüphelerin yok olması için hidayeti hidayet verenden sorup onu istemesi en güzel şeydir. Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurur:

"Dosdoğru yol, Allah'ın kitabıdır. Hidayetin istenmesi onu muhafaza etmek ve bunun manasını açıklamak içindir." (5)

Cenâb-ı Hakk’ın esmâsından birisi de el – Hâdî’dir.

EL-HÂDÎ:

“ (Hidâyet lütfeden, istediği kulunu hayırlı ve kârlı yollara muvaffak kılan, murâdına erdiren.)

Hidâyet, Allah'u Teâlâ'nın lütuf ve keremiyle kuluna -sonu hayr ve saâdet olacak- isteklerinin yollarını gösterivermesi veya yola götürüp murâdına erdirivermesidir. Sâdece yolunu ve sebeplerini gösterivermeğe irşad; neticeye erişinceye kadar yola götürüvermeye (tevfik) denir. Hidâyetin zıddı dalâlettir. Dalâlet, doğru yoldan bile bile veya iğfâle kapılarak sapmaktır. Hidâyetin neticesi îmân, dalâletin neticesi imânsızlıktır. insanın kalbi, terazinin iki, gözü gibi imâna doğru eğilmeğe elverişli olduğu gibi, küfre doğru da eğilmeğe elverişlidir. Terâzinin gözleri boşken nasıl, kılı kılına beraber duruyorsa, kalb de imânla küfre karşı müsâvi surette müstait olarak yaradılmıştır. Şu halde kalbin imânla küfürden birini tercih ve iltizam etmesi için mutlaka çekici bir sebep icâbeder. Hidâyeti de, dalâleti de ancak Allah yaratır. Yâni gönüllere imânı sevdiren sebepleri Allah yarattığı gibi, küfür tarafını tutturan sebepleri yaratan da O'dur. Kullarından istediğine hidâyet, istediğine dalâlet verir. Allah'tan başka insanları hidâyet ve bahtiyarlığa eriştirecek, yahut dalâlet ve hüsrâna düşürecek hakikî bir fâil yoktur. Allah'ın hidâyet ettiğini kimse saptıramaz. Allah'ın sapıttığını kimse doğru yola getiremez. Yalnız burada şu noktayı iyi bilmek lâzımdır ki, Allah’u Teâlâ'nın bir kulunda dalâlet yaratması, o kulun, kendi arzusu ile sapıklık yolunu tutmuş olmasındandır. Yoksa kul irâdesini, kabiliyetini dalâlete yöneltmedikçe Allah onu cebren dalâlete sevk etmez. Nitekim insanlarda hidâyet ve imân  asıldır, dalâlet ve küfür sonradan ârız olmuştur. Cüz'i irâdenin sû-i isti'mâlinden doğmuştur.”  (6)

Kaynaklar:

(1) Yunus Sûresi ayet 57

(2) Râzî, XVII, 116-117

(3) XVII, 114-117

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/126-127.

(4) (Maide: 5/16)

(5) Vedehu’l Burhan - Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi

(6) (Esmâü’l –Hüsnâ  Şerhi Ali Osman Tatlısu)

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.