Konya
23 Nisan, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.89
  • ALTIN
    2435.4
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66919.82$

HELAL OLAN BİR

09 Haziran 2022, Perşembe 00:33

Yaptığımız her işten konuştuğumuz her laftan ve sözden mesul olduğumuz bir muhasebe yapmamız gerektiğinin ne yazık ki farkındasızlık kulvarında ömrümüzün çoğu şeylerinin boş işlerle geçtiğini düşünüyorum. En azından ben kendi adıma böyle diyorum. Niye böyle bir karar oluştu derseniz bunun akla ve mantığa uygun tek cevabının Hz. Peygamber’in(a.s.m.) iki günü denk olan ziyandadır hadisine dayanarak söylüyorum ve kendim de dâhil etrafta olan bitenlerin örneklerini ve yitirilen değerlerin pas pas edilmiş halinin dışlanmış örneklerini görüyorum.

Ne acıdır ki bizi ihya eden bizi biz yapan değerlerin serencamı artık bizden eser kalmamış ki unutulanlar arasında yerini almış gibi. Popüler kültür denilen çakma zıp çıktılar hayatımıza yön veren basit akımlar olarak bir atmosfer gibi her taraftan çepeçevre bizleri kuşatan fakat etki alanı tüm hücrelere sirayet eden ve içinde ruhaniyetin yerini dünyeviliğin aldığı konuşlanmış çakma dünyalara hazır hale getirmişken, esarete düçar olmuş kuşakların artık ne yaptığını bilmez mesuliyet duygusunu toprağa gömmüş, hayallerini sadece yaşadığı gibi düşünen klişeleşmiş sözler ve bireylere dönüşmeleri karşısında gelecek nesil olarak bizleri karanlık bir dünyanın beklediğini hiç mi hiç aklımdan çıkarmıyor ve bu beni fazlasıyla üzmekte ve düşündürmektedir.

Ziya Paşanın dediği gibi dolaştım mülkü islamı viraneler gördüm demesi boşuna değildir. Maalesef sadece coğrafya ya özgü viraneler değil ruhen de iflas etmiş bedenler bugün ne yaptığını bilmez vaziyette çığırından çıkmışçasına bir anlamsız koşuşturmaca ile hayatını kendi eliyle odun ateşine doğru elim bir vaziyette götürmektedir. Peki, bunun farkında mıdır? Hayır, hiç düşünmeden cahiliye dönemi yaşantısına leşe üşüşmüş sinekler gibi kesintisiz devam etmektedir. Hayatı sadece yemek içmek ve cinsel dürtülerin etrafında ve midenin doygunluğunda arayanların kendilerine kıymet vermeleri düşünülemez. Sadece bunlar günü anı keyfini yaşamayı ve haz almayı düşünen mahlûklar olarak bilinir ve ruhları bedenlerini terk etmiş manasız bir iskelet durumundadırlar. Bunların başkaca bir anlamı olamasa gerektir.

İnsanı sadece beden olarak görüp ruhaniyetini inkâr veya ihmal eden onu kalbinden gönlünden tutamayan her bir fikir düşünce fakirdir yetersizdir ve eksiktir. İçimizi son yüzyıldır sadece batıya endeksli argümanlarla çağdaşlık adı altında dolduranların tablosuna baktığımızda bugün gelinen noktada iflas etmiş ruhlar ve isyan etmiş bir gençlik kültü karşımızda durmaktadır. Altın tepsi içerisinde sunulan zehrin farkında olmadan bize maliyetini henüz anlamadığımız için toplumsal kargaşa ve anlamsız kavgaların maliyetini bile hesap edemiyoruz. Çünkü nefsanî salgılar dünyevi kaygılar her şeyden öne fırlamış ve bizler nefsimizin emrinde, sadece nefsine boyun eğen, ona ram olmuş kölelere dönüşmüş vaziyette duyarsız hareket eden mankurtlara dönüşmüş ve her halimizle kendimize yabancılaşmışız.

Hiçbir yerli ve milli olmayan, bünyemize, yapımıza, ana hatlarımıza uymayan, uzaktan yakından bizlerle de gayet alakasız ve bu batıya özgü kültürel değerlerin öteden beri baskısı sonucunda, işte bu ithal edilmiş ve bünyemizi kuşatmış sözde çağdaş unsurların arasında sıkıştırılan beyinlerin, batı tipi eğitim yolu ile esir alınışları karşısında her bir değerimizin nasıl elimizden yitirildiğini, sabun gibi kayıp gittiğini hala anlamış değiliz ve dahi anlamamakta direniyoruz. Hayatının yirmi dört saatini batıya özgü normlara ayıran, heva ve hevesine yenik düşenlerin bu bohem hayatından ve çizgisinden kendilerini kurtarmaları nasıl olacaktır? Ya da olabilir mi acaba?

Evvela hayatımızı sorgulayıp ne aradığımızı, adını amacını doğru ortaya koyup irdelemek zorundayız.Özne olarak güçlü şahsiyetlerin içimizde kök salması boy göstermesi andımız olmalıdır.Bu bir şahsiyet duruş ve kimlik meselesidir.Kaynağını asrı saadet olgusundan alan olaylara ve gelişmelere ibret gözüyle bakan hayatı imtihan olarak bilip yaşamanın gayesinin Allaha kul olmak olduğunu bilen insanlar olarak hal ve gidişatımızı mutlak dizayn etmek mecburiyetinde olduğumuzu bilerek hayatı gaye ve amacına uygun şekilde yaşamak zorundayız.Değilse hemen her gün örneklerini etrafımızda dolu dolu hatta ulu orta gördüğümüz pervasızca icracı mahlukları, ayakta yatarak kucak kucağa uygunsuz vaziyette din iman örf adet töre tanımadan herkesin içerisinde ahlak ve edep sınırlarını aşan ve zorlayanların sevişme sahnelerini sanki her şey normalmiş gibi kabullenip başımızı önümüze eğişimizi her gün görmekteyiz.Ve bunun içinde hiçbir önlem dahi alınmadığına şahit olmaktayız.Çünkü verilecek cevap bellidir.Hayat benim değil mi sana ne kardeşim.Alan veren razı sen kim oluyorsun vs.vs.?

Bu gayri ahlaki işlerin çoğalmasının, hayatımızın her anında bizleri kişiliğimizden taviz verdirdiğini şahsiyetsiz ve hayvani hislerle acıma duygusunu yok edip şehveti körüklediğini, insanlığımızdan uzaklaştırdığını anlayabiliyor muyuz? İki adım ötede alenen göz önünde yatak mücadelesi yapanların ve birbirine nazire yaparcasına yarışa girenlerin, ortama uyup sağlayıp bunlar sanki normalmiş gibi hareket edenlerin, şeytanın askerleri olarak şehevi isteklerini alenen icra edenlerin bir Türk gencine yakışıyor olması mümkün mü? Helal olan bir, haram olan üçten daha kıymetlidir.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.