Konya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    35.02
  • ALTIN
    2435.7
  • BIST
    9760.03
  • BTC
    64072.63$

Erdemsiz Dindarlık ve Dini, Kişiler Üzerinden Vurmak Üzerine (2)

31 Aralık 2019, Salı 08:04

Her tarafta tam bir anarşi, kaos ve çözülüş havası hakimdir, İşte bütün bu bozgun, ümitsizlik ve cözülme ortamı içinde sadece bir kişi kararlı ve cesur bir şekilde metanetini, direncini yitirmemekte ve şiddetli firtınalar içinde ilerleyen bir geminin sarsılmaz iradeli kaptanı gibi adalete, erdeme, bilgiye, liyakate, doğruluğa olan derin inancını korumakta, savunmakta ve kent devletini, siteyeyi güvenli bir şekilde yeniden kurmayı mümkün kılacak bir ahlaki öğretinin ilk ışıklarını saçmakta, temellerini atmaktadır.

Ailesi, çevresi, eğitimi ve kişisel zeka ve yetenekleri, siyasi ilgileri ile siteye gönülden inanan, sitenin yönetiminde aktif bir görev ve rol almayı isteyen Platon, Sokrates'in ilginç kişiliği ve karakterinden, ancak bundan daha da önemli olmak üzere ahlaki-siyasi misyonundan veya vizyonunan etkilenmiş ve bunun sonucunda onun öğretisine olaganüstü bir aşk ve heyecanla sarılmıştır. O, aslında ne varlığın ne de düşüncenin sistemli birliği ile ilgilenmekteydi. Onun aradığı şey, iradenin birliği idi. Buna karşın Sofistler tüm kabiliyetlerine ve her türlü ilgilerine rağmen bu sorunu çözememişlerdi. Onlar, durmadan çevrede hareket ediyorlar ve hiçbir zaman insan mahiyeti ve davranışlarının merkezine inemiyorlardı. Hatta böyle bir merkezin bulunduğunu ve felsefî düşünceyle araştırılabileceğini bile anlayamamışlardı.

Günümüz dünyasında da insanın serüveni 2500 yıl önceki Grek kültür dünyasında yaşanan savruk düşünce akımları insanın neliğine toplu ve derinden yaklaşma yerine onun niteliklerini parçalı olarak irdelemelerini andırmaktadır. Günümüz dünyasında neredeyse insana ait olması gereken her nitelik ve ayrıntı, düşünür, akademisyen ve yazarların ilgi alanına girdiği halde insanın kendi öz anlamı ve neliğine ilişkin çabalar pek görülmemektedir. İşte Sokratik soru bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Sokrates’a göre, sofistler insan tabiatının sadece dağınık kalıntılarını görmüşlerdir. Gerçekten, beşinci yüzyılın ünlü sofistlerinin yazılarında ele alınmamış olan hemen hemen hiçbir konu yoktur. Sokrat ise bunları ilgi alanında bulundurmayıp bir konu üzerinde yoğunlaşmıştır. Cassirer’e göre, Sokrares, sadece bir sanatı bilir: Bir insanın ruhunu biçimlendirme, insana yaklaşıp ne olduğunu ve anlamını bilmediği hayat hakkında onu ikna etmek,  onun gerçek amacı görmesini sağlayıp bu amaca ulaşmasında yardımcı olma sanatı. Özellikle de çağımızda insanlık bu sanata acilen ihtiyaç duymaktadır. İnsan için “bilmek”in ne anlama geldiğinin öğrenilip özümsenerek huzurlu ve sakin bir hayat yaşamanın temeli, insanın kendisini çok değerli bir varlık olduğuna ve seçme özgürlüğü verilmiş olsa da sorumsuz yaratılmadığına inanması gerekiyor. 

Hıristiyan Ortaçağı’nın insan yaklaşımıyla Rönesans aydınlarının insana yaklaşımı karşılaştırıldığında ilkinin, insanı doğuştan suçlu sayarak sadece ona ilişkin hadlerden (sınırlama ve görev), ikincisinin ise salt tepkisellik tutumuyla insanı layüsel (sorgulanamaz) görerek yalnızca haklardan (fırsat ve özgürlük) söz ettikleri görülür. Her iki tutum da, insanın mahiyetini tek öğeli (ruhsal ya da cisimsel) varlıkmış gibi anlayarak onun dyadik (birbirini tamamlayan iki zıt öğenin birlikteliği biçimindeki) yapısını gözardı etmesi yüzünden insanın anlamını ve neliğini anlamaya uzak düşen, savuk yaklaşımlardır. İnsan varlığının, ne salt ruhtan ne de salt bedenden ibaret bir varlık olduğu yaklaşımı onun tam (exact) ifadesini vermemektedir. O aslında mantıksal olarak birbiriyle uzlaştırılamayan (içtimai nakızeyn) ve zihinsel olarak bir araya gelemeyeceği söylenen varlıktır. Ancak vakıa odur ki, getirilmiştir. Bu ‘olamaz olan’ı olduran Tanrı sanatından başka ne olabilir ki?    

Erdemli insanın mahiyetinin ancak itidal tutumlarında anlam bulacağı kanısındayım. Her extrem (uç) in bir alternatifi vardır, itidalin ise alternatifi yoktur. Çünkü tüm zıtlar itidalde mezc (kaynaştırılma) olunmuşlardır. Bir insan ya da toplumsal grubun ne kadar sorumluluğu varsa o kadar da hakkı, bir insan ya da toplumsal grubun ne kadar hakkı varsa o denli sorumluluğu olmalıdır. Yani had (sınırlama) ler varsa, yetkiler, yetkiler varsa sınırlamalar da olacaktır. Hakkı olmayana sınırlamalar koymak, sınırlarını bilmeyene yetkiler tanımak, insanlığın kadîm yasası olan nomos’a aykırıdır.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.