Konya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.64
  • EURO
    34.87
  • ALTIN
    2495.3
  • BIST
    9524.59
  • BTC
    63685.04$

Erdemsiz Dindarlık ve Dini, Kişiler Üzerinden Vurmak Üzerine (1)

23 Aralık 2019, Pazartesi 08:38

Yıllar önce Master tez savunmamda yaşadığım bir tecrübemi anlatmakla yazıma başlayacağım. Tez konum, H. Ziya Ülken’de Ahlak Anlayışı’ydı. Savunmada jüri üyelerinden biri de yakınlarda vefat eden İslam Felsefesi Hocası Hasan Şahin’di. Bana, tezinde şu sayfada “ateist” kavramı geçiyor, nedir sence ateist, dedi. Ben de Tanrı’yı inkar edenlere ateist denir, dedim. Hoca bana, ateist dediğin kişi, sevmediği insanların ya da grupların tanıttığı Tanrı’yı mı, yoksa alemlerin rabbı olan Allah’ı mı inkar ediyor, deyince cevap veremedim ama bende bir fikir doğumuna neden oldu ve ateist kavramının bir çok anlama geldiğini, “kısmi” ve “mutlak” diye birçok ateizm çeşitlerinin olduğunu sonradan öğrendim. Bu arada hocanın ima ettiği dindar denilen bazı insanların yapıp ettiklerinin söylemlerine uymayışı ve içinde bulundukları yamukluklar yüzünden bazı kimselerin Tanrı kavramına, dine ve dindarlara mesafeli davranmalarına, hatta karşıt tutum sergilemelerine neden olduğunu da ilerleyen yıllar içinde fark ettim. Bu yüzden sanırım Muhammed İkbal, “Ey insan kaş Müslüman’dan sığın İslam’a demektedir. Kurgu mu gerçek mi bilinmez ama bir anekdot anlatılır. Fransa’da Müslüman’ın biri bir Fransız aydınına Fransızca Kur’an hediye edip okur musunuz, üstat der. O da kabul edip bir ay içinde okur. Nasıl buldunuz sorusuna, fevkalade bir kitabınız var, ama bunun bir de II. Cildinin olması gerekir. Kur’an tek cilttir, deyince hayır hayır, mutlaka bir cildinin daha olması gerekir, çünkü bunda sizin ne sözleriniz, ne de yaptıklarınızdan bahsedilmiyor, der.

Bunlardan hareketle, Tanrı kavramına, dine ve dindarlara mesafeli, hatta karşıt tutumların nedeni olarak yalnızca dindar denilen kişilerin yamukluklarının sebep olduğu yargısı da pek sağlıklı bir yaklaşım olmasa gerek. Her şeyden önce, dindar denilen kişi, ne Tanrı’nın özdeşi ne de dinin temsilcisi değildir. Din ile dindarları, felsefi izmlerle bunların bağlısı olan –istleri aynı ve özdeş kabul etmek bulanık bir zihin işlevinin sonucudur. Ancak dindar kişilerin kendi yamuklukları yüzünden söz konusu tiplerin inançlarından uzaklaşmalarına neden olup olmadıkları hususunu düşünmeleri gerekir. Demek ki bu kişilerin bir kısmı, hala dini, “temiz çarşafta kir çabuk gözükür” kanısıyla dindarlığı temiz çarşaf olarak görmek istiyorlar. Haksız da değiller. Çünkü dindarlık erdemlilikle taçlanır. Erdemsiz dindarlığın, kuru, ruhsuz bir şartlatan tipini doğuracağı bellidir. 

Sokrates’in yaşadığı dönem itibariyle Sofistlerin çağdaşı ve onlarla felsefenin hedefinin insan ve toplum olduğu hususunda ortak görüşleri paylaştığı bilinir. Ancak o, ahlaki erdemin ve değer kavramının değişmeyen mutlak bir kıymete sahip olduğu görüşünü Sofistlere karşı ömrü boyunca savunmuştur. Sofistler yasaların, siyasi kurumların, dinsel inancların, ahlaki geleneklerin altını oymuşlardır.

 Her tarafta tam bir anarşi, kaos ve çözülüş havası hakimdir, İşte bütün bu bozgun, ümitsizlik ve cözülme ortamı içinde sadece bir kişi kararlı ve cesur bir şekilde metanetini, direncini yitirmemekte ve şiddetli firtınalar içinde ilerleyen bir geminin sarsılmaz iradeli kaptanı gibi adalete, erdeme, bilgiye, liyakate, doğruluğa olan derin inancını korumakta, savunmakta ve kent devletini, siteyeyi güvenli bir şekilde yeniden kurmayı mümkün kılacak bir ahlaki öğretinin ilk ışıklarını saçmakta, temellerini atmaktadır.

 Ailesi, çevresi, eğitimi ve kişisel zeka ve yetenekleri, siyasi ilgileri ile siteye gönülden inanan, sitenin yönetiminde aktif bir görev ve rol almayı isteyen Platon, Sokrates'in ilginç kişiliği ve karakterinden, ancak bundan daha da önemli olmak üzere ahlaki-siyasi misyonundan veya vizyonunan etkilenmiş ve bunun sonucunda onun öğretisine olaganüstü biraşk ve heyecanla sarılmıştır. O, aslında ne varlığın ne de düşüncenin sistemli birliği ile ilgilenmekteydi. Onun aradığı şey, iradenin birliği idi. Buna karşın Sofistler tüm kabiliyetlerine ve her türlü ilgilerine rağmen bu sorunu çözememişlerdi. Onlar, durmadan çevrede hareket ediyorlar ve hiçbir zaman insan mahiyeti ve davranışlarının merkezine inemiyorlardı. Hatta böyle bir merkezin bulunduğunu ve felsefî düşünceyle araştırılabileceğini bile anlayamamışlardı.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.