Konya
19 Mart, 2024, Salı
logo altı
  • DOLAR
    32.34
  • EURO
    35.20
  • ALTIN
    2248.4
  • BIST
    8718.11
  • BTC
    66067.28$

Doğa Yaşasın ki İnsan Yaşasın

17 Haziran 2021, Perşembe 08:48

Birleşmiş Milletler tarafından dünya üzerinde kuraklık ve çölleşmenin etkilerini azaltmak amacıyla 17 Haziran 1994'te Paris'te kabul edilen “Uluslararası Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi” nedeniyle her yıl 17 Haziran günü "Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü" olarak anılmaktadır. Aralık 1996'da yürürlüğe giren sözleşmeye Türkiye dahil taraf ülke sayısı 194'tür.

Sözleşmede ÇÖLLEŞME; kurak, yarı kurak ve yarı nemli alanlarda iklim değişmeleri ve insan aktiviteleri sonucunda oluşan arazi bozunumu olarak tanımlamıştır. Türkiye, aynı zamanda sözleşme karşısında “Gelişmiş ve Çölleşmeden Etkilenen Ülke” konumundadır.  Burada ülkelerin, sadece topraklarının çölleşme ve diğer etkenler nedeniyle tahrip olma düzeylerine göre değil aynı zamanda ekonomik gelişme düzeylerine göre de yükümlülükleri ve çeşitli mekanizmalardan yararlanma olanakları belirlenmektedir.

Doğa, çevre, çölleşme deyince akla, bu işe ömrünü gönlünü veren Namık CEYHAN abimiz gelir elbet. Biz de hassas olduğumuz ancak bilgimizin az geldiği bu konuda elbette Namık abimizin kapısını çaldık. Dertli ve istekli olduğu bu konuda, dur demesek bir hafta anlatacaktı. Aldığımız bilgiler ve kendi derlemelerimizle çölleşme tehlikesini ve tedbirleri ele almaya çalışıyoruz ama dünyayı; çölleşme, kuraklık, sel felaketleri hasılı iklim değişikliği etkisiyle kötü on yıllar, yüzyıllar bekliyor.

2005 yılında yürürlüğe konan Ulusal Eylem Programı’nda, Türkiye’de çölleşmeye neden olan faktörleri belirlemek, çölleşme ve kuraklığın etkilerini önlemek ve/veya azaltmak için gerekli tedbirleri ortaya koymak amacıyla hazırlanmış ve uygulanmaya başlanmıştır. Konunun uzmanlarının belirttiklerine göre; dünyada yaklaşık 1,5 milyar insanın yaşamı bozulmakta olan arazilere bağlıyken, dünyanın en fakir kesiminin yüzde 42’si çoktan bozulmuş arazilerde yaşıyor. Tarım alanlarının yüzde 52’sinin ise orta veya ileri düzeyde bozunuma uğramış durumda.  Çölleşme, arazi bozunumu ve kuraklık en çok kırsal bölgelerde yaşayanları etkiliyormuş gibi gözükse de bu etkilerin artan gıda fiyatlarındaki artışa bağlı olarak dalga dalga yayılacağı, şehirleri ve burada yaşayan şehirlileri de tehdit edeceği öngörülüyor. Nitekim ülkemizdeki gıda fiyatlarındaki artışın seyri de bu yöndedir.

 ÇEVRE SÖZÜ; Çevreyi Hor Gören, Geleceği Zor Görür.

Türkiye’deki arazilerin %47’sinin çölleşme riski taşımakta olup, bu riskin ana nedeni erozyon olarak öne çıkmaktadır. Erozyonu önlemede öncelikli çalışmaların başında mera ıslahı olduğunu görmekteyiz. Meraların yüzde 64'ünde yeterli ot örtüsü olmadığı için erozyon var. Risk olan bölgelerde hem erozyonu önlemek hem de hayvancılıkta yayılımı artırarak yem giderini azaltmak için mera ıslah çalışmasının yapılması lazım. Tarım alanlarında erozyon kontrol edilemez boyutlara doğru gidiyor. Tarım arazilerinin yüzde 59'unda erozyon var. Bu alanlar özel mülkiyet olduğu için devletin erozyon kontrol çalışmalarını teşvik etmesi gerekiyor.
Suyu doğru kullanmak kritik önem taşıyor. Yapılan çalışmalarda tarımsal uygulamalarda kullanılan pestisitlerin de çölleşmeye neden olduğunu görülmekte. Pestisitlerin kontrolsüz ve dozajındaki dikkatsizlikler topraktaki canlıların popülasyonuna telafisi zor olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Çölleşme riskinin en yüksek olduğu alanlar yağışın daha az düştüğü; İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'dir. Ege Bölgesi'ndeki tarımsal arazilerde de önemli bir çölleşme tehlikesi var. İç Anadolu Bölgesi'nde su açığı büyük, tarımsal üretim açısından potansiyeli yüksek. Su kaynaklarımızın etkin ve verimli kullanılması için Milli Su Planı yapılarak ülke su kaynaklarının boşa gitmeden kullanılmasını sağlamalıyız.

Türkiye'nin iklim değişikliğinden en olumsuz etkilenecek ülkelerden biri olduğunu ulusal ve uluslararası yapılan bilimsel çalışmalarda görmekteyiz. Otuz yıl önce söylenen "bizim yok canım o kadar değil" dediğimizi bugün kuraklık, sel, çölleşme, obruklarla yaşamaktayız. “Yağış miktarının 2050 yılına kadar yüzde 25 azalacağı öngörülüyor. Bu mevcut su stoğumuzun yüzde 25 azalması anlamına geliyor. Biz su varlığı zengin olan bir ülke değiliz. Su stresi çeken ülkelerdeniz. Nüfus artışı ve yağışın azalmasıyla su kıtlığı çeken ülkelerden olacağız. O yüzden suyu çok tasarruflu kullanmamız gerekiyor.

 Tarım alanları tehlikede;  su kaynaklarının ve tarım alanlarının korunması gerekiyor. Erozyona uygun arazilerde de teraslama, ağaçlandırma, rüzgar bariyerleri kurmak gibi ıslah çalışmalarının yapılması lazım. Küresel ısınmanın Türkiye’deki tarımsal arazilerde de önemli değişiklikler oluşturacağı söyleniyor, yıldan yıla yaşanan doğa olaylarında da hepimiz buna şahit oluyoruz. Hangi bölgelerin tarım alanı olmaktan çıkacağını ve hangi bölgelerin tarıma daha uygun olacağına yönelik öngörü ve planlamaların hızla hayata geçirilmesi gerekmektedir. Adı olan ancak hayata geçemeyen Milli Tarım Projesi kapsamında oluşturulan, tarımsal sit alanı olarak ilan edilen 250 büyük ovanın korunması, geliştirilmesi için yarın geç olabilir, o yüzden bugünden adımlar atmalıyız.

Türkiye'nin yıllık tatlı su potansiyeli 112 milyar metreküp ve “Biz bu miktarın yarısını kullanıyoruz. Buna rağmen her yıl kuraklığın olup olmadığından korkuyoruz. Şu anda yarısını kullanırken su stresi yaşıyoruz Yani her damla yağmur suyuna ihtiyacımız var. Kullanamadığımız denize dökülen ve sınır aşan sularımızın ekonomiye katkı vermesi için yatırımları acilen yapmalıyız.

 “Son ırmak kuruduğunda, son balık tutulduğunda, son ağaç kesildiğinde paranın yenemeyeceğini anlayacaksınız”. (Kızılderili sözü)

TOPRAKLA SÖYLEŞİM

Hiç düşündünüz mü; Toprak nedir?

Toprak, ayaklarımız alında her gün çiğneyip geçtiğimiz bir kara parçası mıdır?

Toprak sadece; kayaların ve organik maddelerin fiziksel parçalanma ve kimyasal ayrışması sonucunda oluşan, içinde geniş bir canlılar topluluğu barındıran, bitkilere durak yeri ve besin kaynağı olan ve katı yer kabuğunun, uzun zaman içerisinde belirli özellikler kazanan en üst kısmını saran doğal, dinamik bir yapı mıdır? Toprak, bitkilere durak yeri ve besin deposu olan, canlılara ortam oluşturan canlı bir varlık mıdır?

Tabii ki toprak, bu şekilde tanımlanabilir. Ancak, şair Necmettin Halil ONAN’ın kaleme aldığı şiirinde belirtildiği gibi

“Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.”

Şairin dizelerinde belirttiği toprağın gerçek manasını anlamak için elime bir avuç toprak aldım ve sordum?  İşte söyleşimiz;

-Toprak sen nesin?

-Evet, biz topraklar nankör değiliz, ne ekerseniz onu biçersiniz ve biz hep üretiriz, o nedenle çoğu bize “TOPRAK ANA” diye seslenir.

 -Kusura bakma Toprak Ana; meğer bizim hayatımızda ne kadar önemlisin? Ondan Bakanlığın Kamu spotlarının birinde “Toprak Yoksa Hayat Yok” diyor.

 -Tabii Toprak varsa hava var, su var, besinler var yani toprak varsa Hayat var. Gördüğünüz gibi ben sizin için her şey yapıyorum da; Ya siz?

 Bu soru karşısında utandım, sustum, avcumun içindeki topraktan özür dileyerek ait olduğu yere bıraktım. Onu erozyon nedeniyle sele ve yele verdiğimiz için. Verimli tarım topraklarını imara açtığımız için. Atalarımızın kanlarıyla kazandığı ve emanet ettiği toprakların kıymetini yeterince bilemediğimiz için özür diledim.

 Yıllardır yiğitliğin ölçüsü olarak bize öğretilen “At, avrat, pusat(silah)”a sahip çıkmak namustur. Tamam. Ancak bu söz günümüzde artık, “Toprak,  Yaprak, Bayrak” olarak değiştirilmelidir. Toprak, yaprak ve bayrak sevdası ülkeyi sevmenin sertifikasıdır.

Tek devlet, tek vatan, tek millet, tek bayrak temelinde toprak bütünlüğümüz var. Hayatımızın devamı ve geleceğimizin sigortası olan yeşil örtü yani yaprak var ve tabii ki bağımsızlığımızın ve özgürlüğümüzün timsali ay yıldızlı bayrağımız var.

Yaratılan tüm canlıların hayatını devam ettirebilmesi için gerekli olan havadaki oksijenin büyük çoğunluğunu fotosentez yoluyla üreten ormanlarımızdır, yeşil yapraklardır. Yetişkin bir ağaç 1 saatte 1.7 kg oksijen üretir, 2.3 kg karbondioksiti mas eder, yani havayı temizler. 1,7 kg oksijen 10 kişinin oksijen ihtiyacıdır. Yani yeşil yaprak varsa hayat vardır.

Toprak yoksa, yeşil yaprak talan edilmişse, vatan işgal edilmişse, ay yıldızlı bayrağımızı özgürce dalgalandıramadıktan sonra atın olmuş, avradın olmuş, silahın olmuş ne fayda.

ÇEVRECİ SÖZÜ: İşte Bizim Sevdamız: Toprak, Yaprak, Bayrak.

Çölleşmeyle Mücadele için bir kurum veya birkaç kuruluş ve dahi yüzlerce gönüllünün oluşturacağı çalışma ve seferberlikler yeterli olmayacaktır. Hatta bir şehir veya ülkenin tek başına yapacağı canhıraş çalışma da sorunu çözmeyecektir. Dünya şuan yaşadığımız COVİD salgınında nasıl seferber olduysa, bu salgın hastalıktan daha tehlikeli olan iklim değişikliği, küresel ısınma ve çölleşmeye karşı tek vücut hareket etmelidir.

Bunun için; sürdürülebilir enerji yönetimi, su tasarrufu, toprağın ve tarım arazilerinin korunması, orman alanlarının korunması - geliştirilmesi, gıda yeterliliği ve gıda güvenliğinin ihmal edilmemesi gerekmektedir. Kanaat edersek dünya bize yeter ama bu savurganlık ve çevreye verdiğimiz zararları bu hızla devam ettirirsek dünya bize dar gelir, güçlü olanın daha yamyamca saldırganlaştığı savaşları artık su, enerji ve gıda için yapar hale geliriz.

Kim galip gelir? Doğa galip gelir.

#topragınadamı

Yorumlar

  • yorum avatar
    Namık CEYHAN
    17-06-2021 10:07

    Celil Başkan elinize emeğinize sağlık, doğadan yana doğruları hep birlikte ne kadar çok kişi söylerse o kadar etkili olur. Teşekkür ederim. Evet doğa yaşasın ki insan yaşasın. Yüce yaratan doğadaki tüm nimetleri insan için yaratmış. Ama israf edin gönlünüzce kulanın dememiş. Emanet olarak vermiş. Koruyun ve yaşatın demiş. Toprağı hor gören geleceği zor görür. Selam ve saygılarımla.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.