Konya
20 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.50
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2499.5
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    63660.306$

DİNİMİZİN EĞİTİM-ÖĞRETİME VERDİĞİ ÖNEM (4)

12 Mart 2017, Pazar 11:02

 

            İsveçli eğitimci Pastelozzi (1827) der ki: “Bilgi elde etmek, ilmi kazanmak eğitimin amacı değildir. Bilgi, ruhî kuvvetlerin elverişli olarak geliştirilmesine yarayan bir vâsıtadır.” Aynı eğitimciye göre, çocukları yetiştirmede, ahlâk eğitimi her şeyden üstün tutulmalıdır; bu yapılmayınca, insanın bilgisi ruhun doğru yoldan sapmasına, bu da insanın perişanlığına sebep olmaktadır.

            Kınalızâde Ali Efendi’ye (1510-1572) göre insanın olgunluğu, bilgi ve ahlâkî davranışına bağlıdır. Bilgisini öğretimle yükseltirken, davranışlarını da, hayır ve saâdet yolunda eğitimle geliştirmesini bilmelidir. Böylece marifet ve fazilete birlikte yönelmelidir ki, muvaffak ve mes’ud olabilsin.

            Mehmet Akif, gençliğe “Âsım’ın” şahsında yol gösterirken, iki kudrete önem verilmesini tavsiye eder ve milletin özellikle yetişmekte olan nesillerine bu yönde rehberliğinin önemine işaret eder. Bunlar; marifet (ilim, bilgi, teknik, sanat, her konuda ustalık ve hüner) ve fazilet (iyi huy, iyi ahlâk ve yüksek meziyetlerdir, tutarlı kişilik) tir. Çünkü, marifet, halkı müreffeh kılacak bütün maddî imkânların, memleketin hayrını ve kalkınmasını temin edecek, fazilet ise bunu tamamlayacaktır.([1])

Akif bu konuda, mısralarında şöyle der:

            Çünkü milletlerin ikbâli için evlâdım

            Ma’rîfet bir de fazilet... iki kudret lâzım.

            Ma’rifet ilkin ahâliye saâdet verecek

            Bütün esbabı taşır; sonra fazilet gelerek,

            O birikmiş duran esbâbı alır, memleketin

            Hayr-ı ilâsına tahsis ile sarfetmek için

            Ma’rifet kudreti olmazsa bir ümmette eğer,

            Tek faziletle teâlî edemez, za’fa düşer

            İptidâiliğe mahsûs olan âvâre sükûn,

            Çöker âsâbına. Artık o da bundan memnun!([2])

            Eğer bir millette ilim yok ise, ilmin ve tekniğin öğretimi yeterince yapılmıyorsa, o millet sadece fazilet (iyi ahlâk) ile yükselemez, zayıf düşer. Böyle bir milletin fertleri belki iyi insanlar olabilirler, fakat ilim ve teknikten mahrum olmaları halinde onların bu iyiliği miskin bir vaziyette, değişen ve gelişen şartlara uyum sağlamasına engel teşkil eder.

            Bir de bunun aksi olabilir: Bir millette ilim ve teknik öğretim yeterince olur, fakat ahlâk eğitimi olmaz ise işte bu hal o millet için ölçülemeyecek kadar büyük felâkettir. Yalnız başına maddî ilimlere ve onun öğretimine dayanarak milletlerin  yükselişi ve saâdeti sağlanamaz.

Akif, bu hâkikati de şöyle dile getirir:

            Ma’rifet farz edelim, var da, fazilet mefkûd,

            Bir felâket ki cemaatler için, nâ-mahdûd.

            Beşerin rûhunu tesmîm edecek karha budur;

            Ne musîbetttir o, tâûnlara rahmet okutur!([3])

            Dünyanın gelişmiş milletleri hangi ölçüde bir müsbet ilim ve teknik öğretimi yapıyorsa o seviyede bir öğretim yapılmalıdır. Bunun yanı sıra fazîlet ve ahlâkî davranışlar, dinimizin getirdiği değerlerden alınarak eğitimle yetişmekte olan nesillere kazandırılmalıdır.

            İşte böyle bir eğitim-öğretim sonucu, bilgili ve fazîletli gençler yetişecektir. Bu gençlerin omzunda memleket her alanda kalkınacaktır.

            Yazımı yine Akif’in şu mısralarıyla bitirmek istiyorum:

Şimdi, sen bizdeki kudretleri eşsen bir bir,

            Göreceksin ki; bu millette fazilet en uzun,

            En derîn köklere yaslanmada; hem sonra onun,

            Bir mûbârek suyu var, hiç kurumaz: “Din-i mübîn.”

            Hâdisât etmesin oğlum, seni asla bedbîn...

            .................

            Bu cihetten, hani hiç yılmasın, oğlum, gözünüz;

Sadece Garb’ın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz.

O çocuklarla beraber gece gündüz, didinin;

Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin!

Fen diyârında sızan nâmütenâhî pınarı,

Hem için, hem getirin yurda o nâfî’ suları.

Aynı menbâları ihyâ için artık burada,

Kafanız işlesin, oğlum, kanal olsun arada.([4])

 

[1] AYHAN; a.g.e, s. 49, 50, 51

[2] M. Âkif ERSOY; Safâhat, İstanbul 1975, s. 442

 

[3] A.g.e; s. 442

 

[4] A.g.e; s. 443

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.