Konya
24 Nisan, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.52
  • EURO
    34.80
  • ALTIN
    2428.7
  • BIST
    9708.26
  • BTC
    66107.29$

DİNİMİZİN EĞİTİM-ÖĞRETİME VERDİĞİ ÖNEM (3)

05 Mart 2017, Pazar 10:10

         Eğitim olmadığı takdirde, çağların biriktirmiş olduğu kültür ve medeniyet mîrası kaybolurdu. Demek oluyor ki toplumun bekâsı ve gelişmesi eğitime bağlıdır. Eğer her nesil, hayat tecrübesini tek başına sürdürmek zorunda kalarak, kendinden önceki nesillerin kültür mîrasına sahip olmasaydı, hiçbir zihnî, sosyal ve teknik gelişmeden söz edilemezdi. Herhalde insanlık bugünkü seviyesinde olamaz, çok ilkel bir hayat sürmek zorunda kalırdı. İnsanlık, kendinden önce yaşamış atalarının bıraktığı yerden devam etmekte, onların her alanda ulaştığı bilgi ve becerileri eğitim yoluyla öğrenmekte, kendisi de bir şeyler ilâve ederek çocuklarına aktarmaktadır.

            İşte ilk çağlardan beri devam edip gelen bu eğitim faaliyetleri sonucudur ki, her konuda gelişmeler olmaktadır. Bütün insanlığın medeniyet alanındaki gelişmesi böyle olduğu gibi, her milletin millî bekâsı da buna bağlıdır.

            Eğitimde hem bilgi hem de davranış söz konusudur. Eğitimde zihin ve irade birlikte faaliyet göstermek durumundadır. Eğitimde bildiklerini yapabilme gücünü göstermek, içten gelerek benimsemek yerine getirebilme alışkanlığı ya da becerikliliğini kazanmış olmak esastır. Öğretimde ise yalnız bilebilmek esastır. Buna göre öğretim için yalnız zihnî faaliyet yeterli olurken, eğitim için ise bütün ruh ve beden kabiliyetlerinin birlikte uyum içinde faaliyet göstermesi esastır.

            Eğitimcilere göre, “öğretimsiz bir eğitim tasarlanmadığı gibi, tersine olarak, eğitmeyen bir öğretim de olmaz.” Eğitim yönü dikkate alınmadan yapılacak bir eğitimle, kişilerin bilgi seviyesi yükseltilebilir, ancak kendisine, topluma, içinde yaşadığı milletin değerlerine severek bağlı olabilir mi? İşte bu konuda her zaman müspet cevap vermek mümkün olamıyor. Bilgi ile davranış arasında zorunlu bir ilişki olsaydı, her öğrenim gören kimsenin kendine ve toplumuna yararlı bir insan olması gerekirdi. Alkolün zararını iyi bilenlerin hiçbirinin, alkol kullanmaması; dedikodunun haram olduğunu iyi bilenlerin dedi-kodu yapmaması gerekirdi. Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. O halde öğretim tek başına yeterli olmamaktadır.  Ancak öğretimle milli eğitim desteklenmelidir.([1])

            Nitekim eğitim-öğretim faaliyetlerinin iki yönlü amacı vardır. Bunlardan biri insana sahip olduğu bütün kabiliyetleri ile birlikte gelişebileceği bir ortam sağlamakken diğeri onu, içinde bulunduğu topluma uyum sağlayan, iyi vatandaş olarak yetiştirmektir. Kısacası amaç bir yönü ile insanın kendisine, bir yönü ile de topluma dönüktür. Bunlar birbirini tamamlamak durumundadır.

            Konusu insan olması itibâriyle eğitim, insanda istenilen yönde davranış geliştirme faaliyeti veya insanlık idealine uygun insan yetiştirme faaliyetidir. Kendi içinde dengeli, toplum içinde uyumlu ve faydalı olan, arzu edilen insanın yetiştirilmesidir.

            Eğitim insan için varsa ve insanı eğitimsiz düşünmek mümkün değilse, din eğitimini de eğitimden ayırmak mümkün değildir. Çünkü din duygusu, yok sayılması, veya kendi haline terk edilmesi mümkün olmayan, insanın doğuştan getirdiği bir duygudur ve eğitimin de amacı, insanın doğuştan getirdiği yeteneklerini sıra ile değil, birlikte ele alarak doyurmak ve geliştirmektir.

            Ferdin ve toplumun gelişmesi için, insanın maddî ve mânevi cepheleriyle bir bütün halinde eğitilmesi gerekmektedir. Kişinin benliğinde bu denge kurulmadığı takdirde, yani sadece bedenî kuvvetler geliştirilip, ruhî kuvvetler ihmâl edildiği takdirde, bu tek yönlü ve eksik eğitimden mutaassıp insan yetişir. Ne adına olursa olsun, taassuptan da sâdece zarar ve gerilik doğar. İnsanlık tarihinin değişik dönemlerinde bunun acı örneklerini görmek mümkündür. Nitekim ortaçağ Avrupa’sında müsbet ilmin gelişmesine, din adına engel olunması dinî bir taassubun sonucu idi. Buna mukabil, aklın da müsbet ilim alanında kazandığı başarılardan dolayı mağrur olarak kafa tutması da bir taassup oldu. İşte bu her iki taassup, insanı madde ve mânâsıyla bir bütün olarak kavrayamayan, onun her iki yönünü birlikte alarak doyurup geliştiremeyen, onu tek yönlü ele alıp, diğer yönünü ihmal eden eksik ve yanlış bir insan ve eğitim anlayışının acı meyvesi idi.([2])

 

 

 

[1] Yrd. Doç. Dr. Halis AYHAN; Din Eğitimi ve Öğretimi, D.İ.B. Yayını, Ankara 1988, s. 37-40,48-49

 

[2] Dr. Ahmet GÜRTAŞ; Atatürk ve Din Eğitimi, Basılmamış Doktora Tezi, Konya, 1993 s. 13,14

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.