Konya
29 Mart, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.37
  • EURO
    34.98
  • ALTIN
    2325.9
  • BIST
    9072.35
  • BTC
    69952.79$

DİL YARASI(1)

26 Eylül 2019, Perşembe 08:36

En acı yara imiş. Şimdi bu başlığa atfen Orhan GENCEBAY’ın dil yarası isimli şarkı sözlerini burada sıralamak değil maksadım lakin dudaktan kalbe inen toplumsal köprülerin atıldığı bir geçmişten günümüze uzanan çizgide/yol haritasında yüreklerimizin en hafif tabirle acı çektiğine eminim. Gök ekini biçer gibi bir gecede cahil bırakıldığımız bu atmosferde emekleyen bebeler gibi yeni bir kültürle aşina olmak bize geçmişin tüm izlerini bilerek ve sistemli bir şekilde bıraktırılmak istenilmese ve bunu da uyduruk bir kavramla medeniyet/çağdaşlık teraneleriyle süsleyerek köpürtülmesi bize çok pahalıya mal oldu. Yani biz Orhan GENCEBAY’ın tabiriyle sevgiliye aramıza konulan dil engeli vasıtasıyla artık anlaşamazlığa düştük ve birbirimizi bugüne kadar da hiç anlayamadık.

Bir yara açıldı yüreğimizde. Boşaltıldı her şey. Akıtıldı sanki pekmez gibi beynimiz. Bir sünger gibi emildi çekildi hafızalarımızdan belleğimiz. Artık kapanmayacaktı bu yara yıllar yılı. Nitekim kapanmadı da. Çünkü devrim yapıcılar böyle istemişti. Hukuk böyle buyurmuştu. Yara kapanmadığı için en ufak bir müdahale bile kanatmaya yetti. Biçilmişti gök ekini gibi. Silindir gibi geçtiler hayatımızın üzerinden. Kırıldı her şey. Silinmek istenmişti geçmişin ayak izleri. Vasıtalarımız, değerlerimiz artık bize öcü gibi gösterilmeye yabancılaştırılmaya çalışıldı.

Ne zaman bir şeyle yazılsa söylense hemen karşımıza çağdaşlık lafzını koydular. Devrim gerekçesi getirdiler. Ne zamanki hafızalar tıraş edildi, işte o zaman biz yeni bir kimlikle tanıştırıldık. Lakin bu yeni maya bizim özümüzü yansıtmıyordu. Yabancı duruyordu kalbimizde, beynimizde daha doğrusu yürek iklimimizde. Lafzımızı özümüzü değer yargılarımızı taşımıyordu, günden güne kopuyorduk kendimizden değil efendim toplumsal bağlarımızdan koparak uzaklaşıyordu ve yalnızlaşıyorduk maalesef.

“Keşke Türkiye’deki bütün camileri,bütün medreseleri yakıp yıksaydılar da,Dil’e dokunmasaydılar,dil inkılabı yapmasaydılar.Fransız devrimi her şeye dokundu,her şeyi yerle bir etti,fakat Academie Français’e dokunmadı.Camileri,medreseleri yeniden yapardık ama,dil inkılabının açtığı büyük yarayı kapatma imkanımız yok..” diyen Mustafa Çalık Bey bu serzenişte bulunurken uğradığımız felaketin    boyutlarını böyle özetliyordu.

Bugün toplumsal kültür etkenleri tablosuna baktığımızda halkımızın okuma konusunda istenilen durumda olmadığını hemen söyleyebiliriz. Hatta öğretmenler nezdinde bile bu durum hiçte iç açıcı değil. Okumuyoruz kısaca. Okuyamıyoruz vesselam. Peki, bunun nedeni nedir? Bu sorunun mutlaka bi cevabı vardır elbet. Ama bana göre diyeyim, bunun sebebi; okuduğumuz bir metnin ruhu yok. Gençlerimize bize dilin tadını damaklara bıraktığı o kadim lezzeti veremediğimiz/kazandırmadığımız için, ne okuma seviliyor ne de araştırma inceleme ruhu kaldı bizde.    Biz her şeyi belli bir zaman ya da an için o anda ezber yolunu kullanarak ihtiyacımızı şekilden/yüzeyden hallediyor ve bitiriyoruz. Bugün üniversitelerimizde öğrenciler sınav zamanı ellerinde kısa notlarla ezberi hızlandırmaya, ortaöğretim öğrencileri de aynı metodu kullanmaya devam ediyorlar.

Karşılıklı konuşma yapmaya kalksan iki cümleyi bir araya getiremeyen ama notları şişirilmiş öğrenci grupları sınıfında ekseriyetini oluşturduğundan istenilen başarı sadece kağıt üzerinde istatistiksel bazda düşünülüyor.Yani öğrencilerin sınavlardaki net durumları başarılı olarak addediliyor.Bu işin öğretim boyutu ama eğitim boyutuna gelince,uygulamayı zül addeden ruh ve bedenini eğitemeyen genç nesillerimiz hem kendilerini anlamıyorlar hem de anlatmaktan bir hayli uzaklar.Geçenlerde katıldığım bir toplantı da öğrencilerin bir üst okula yönlendirilme halleri konuşulurken sürekli istatistiksel rakamlar ön plana alındı.Halbuki mesele geleceğin inşası idi.Yaklaşık on yıl sonra bu ülkenin geleceğinde oy kullanacak olan gençleri biz şimdiden kendi değerleriyle donanmış kültürel birikimli ve duyarlı sorumluluk sahibi hale getiremezsek o zaman hangi akla hizmet edilecek ve hangi gelecekten bahsedilecekti.?

Biz bina inşaatı ile insanı inşa etmeyi anlayamamıştık ya da her ikisini de aynı maddi boyuta tabi tutmuştuk. Bina dedim de yollar yaptık köprüler, arabalar çeşitli ihtiyaçları gideren vasıtalar icat edildi, mühendislik alanlarında koca koca devasa boyutta muhteşem şekiller yaptık doğanın doğal yapısını deldik ve bununla övündük. Uzay çalışmalarına katıldık. Lakin insanı gerçek manada bir medeniyet temsilcisi olma babında layık olduğu incelik ve zarafeti veremedik. İnsanı inşa edemedik kısaca. Aslında vardı bizde bu kültür. Tüm insanlığı donatacak, medeniyetleri ihya edecek kültürün mayası bizdeydi. Ama ne yaptık? Batıya benziyoruz diyerek teslim ettik onlara kendimizi.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.