Konya
29 Mart, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.39
  • EURO
    35.06
  • ALTIN
    2326.7
  • BIST
    9138.94
  • BTC
    70086.72$

Dalkavuk

15 Mayıs 2016, Pazar 12:35
 

Göz açtırmaz kimseye dalkavukla şarlatan

Rütbe makam onundur, onundur güzel vatan

Bilmez ki o gafiller, harikalar yaratan

Bu millet bir gün vurur hepsini taştan taşa

Maruzatım bu kadar, şimdilik Marko Paşa([1])

                                                    Abdullah Çağlayan

 

Dalkavukluk ve riyakârlık; Müslüman’a hiç yakış­ma­yan,  şeytanın huy ve hasleti olan iki kötü alışkanlık­tır. Allah ve Resûlü böyle kişileri takbih etmiş­lerdir. Pey­gamberimiz: “Ben ne kralım, ne kisrayım ne imparato­rum, beni aşırı methetmeyin. Bende sizin gibi anası kuru ekmek yiyen         biri­siyim”([2]) demiştir.

Riyakârlar ve dalkavuklar tarihin her döneminde bulun­muşladır. Tarihte birçok kötülük bu yüzden olmuş­tur. Özel­likle devlet adamlarına karşı yapılan bu süfli hareketler,  pi­reyi deve, deveyi de dev yapan dalkavuklar, insanları ilahlaş­tırmışlar, kişileri putlaştırmışlar ve ta­rihe birçok zalim, cani, gaddar, despot… hediye etmişler­dir.

Eski Yunan tarihçilerinden Sicile’in izahına göre Ha­be­şistan İmparatoru bir kaza geçirip de gözlerinden bi­rini, bir bacağını yahut bir kolunu kaybede­cek olursa, dalkavukları ile saray erkânı da aynı gözlerini, aynı ba­caklarını veya aynı kollarını derhal kestirip tıpkı impara­tor gibi kör, topal     veya­hut kol­suz kalmaları eski bir an’ane icabıymış, dalkavuklar bu derece sadık imişler.([3])

Bu hususta daha ileri giden milletler olmuş, impara­tor ölünce saray er­kânı, özellikle dalkavuklar, meddahlar, onunla beraber diri diri mezara gö­mülmüşlerdir. Çin’deki Saklı Kent ve Mısır’daki piramitlerden çıkan iskeletler buna delalet et­mektedir.([4])  

Fazla okuyan bir millet olmadığımız için, insanları­mız­dan birçoğu bunu bilmiyor, bu alışkanlığın sadece Osmanlıya mahsus bir uygulama olduğunu zannedip ataları ile ilgili olumsuz sözler söylüyorlar. Yine en az bizim dedele­rimiz arasında cari olmuştur. Günümüzde bile nelerin yaşandığına hepimiz şahidiz.

Sultan İbrahim (saltanatı 1640-1648) bir gün Sadra­zam Semin Mehmet Paşa’ya; “Eski Sadrazamlar ara-sıra da olsa fikirlerime itiraz ederlerdi, sen­den hiç böyle bir şey duyma­dım sebebi ne?” diye sorunca aldığı cevap şöy­ledir: “Siz yer­yüzünün halifesi zıllullahsınız (Allahın göl­gesisiniz), sizin hatı­rınıza ne gelirse tanrı ilhamıdır ve kavlen ve fiilen sizden bi-hude hata zuhur eylemez ki, itiraza mecal bulam.”([5]) Bu ve benzer yağcılıklardan sonra gerçek­ten Sultan kendini tanrı gibi görmeye baş­lamış ve kendini öldürtünceye kadar devam etmiştir. Zıllullahi fil âlem, Halifetullahi azam, Halifey-i ruy-i ze­min, Zatı Şevketi Hazreti Penahi... gibi mübalağalı sıfat­lar kullanılmaya           başlan­mıştır.([6])  

Eskiden bayramlarda, biat törenlerinde sadrazamlar ve diğer üst rütbeli devlet erkânı padişahın elini öper­lerdi. lll. Murat’ın cülus töreninde riyakârlık olsun diye Sokollu dal­kavukça padişahın eteğini öpünce, bilahare etek öpme âdeti başlamıştır.([7])

Yakın tarihimizde bile, Bazıları İslâm Peygamberi için yazılan Mevlidi Şerif'i günün idarecilerine uyarlamış, Türk milletinin kaderinin tayin edildiği istiklal harbi günlerinde: 

Her çehre bize yabancı

Bari sen bir parça acı

Süründürme altın tacı

Bize yardım et Ya Rab!...  

Diye yalvaran Kemalettin Kamu’nun savaş sonrası Cumhuriyet döne­minde, bir şeyler bekleyerek ve bir akıma kapılarak;

Ne örümcek ne yosun

Ne mucize ne füsun

Kâbe Arap’ın olsun

Bize Çankaya yeter

Diye şiirler yazdığı malumdur.([8])   

Osmanlının son dönemlerinde Van da valilik yapan Numan isimli bir zat, padişaha mektup yazar. Kendisinin çok değerli, maharetli, bilgili bir insan olduğundan, daha iyi şe­hirlere ve görevlere gelmesi gerektiğinden dem vu­rur ve mektubun altına "Valiy-i Van köleniz Numan" diye imzasını atar. Bir     ce­vap gelmez. Her halde riyakârlıkta cimri davran­dık der ve ikinci mektubun altına "Valiy-i Van ,  hak-i payiniz Numan" (ayağınızın tozu Numan) diye imza atar. Yine cevap gelmeyince işi daha ileri götü­rür ve üçüncü mektubun altına "Valiy-i Van, defi haceti­niz Numan" diye imza atar, ama tabii ki, bu kadarı da fazla denir ve azledilir. 

 

 

Dipnotlar:

1- Marko Paşa: Sultan Abdülaziz’in Hekimbaşılığına kadar yükselmiş, Bakanlık yapmış ve

        Sultan Abdülhamit döneminde Senato Üyeliği görevinde bulunmuş Rum asıllı bir tabibtir.

2- İbni Mâce, Et’ime, 30.

3- İ. Hâmi Dânişmend, a. g. e.  1/64.

4- Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı, 53/25.

5- Katip Çelebi, “Fezleke” c. 2, s. 239.

6- Ali Fuat Erden, Suriye Hatıraları”, İşbankası Yay. İst. 2006, s. 198.

7- Yılmaz Öztuna,“Büyük Türkiye Tarihi”, Ötüken yay,1977,c.8, s.65.

8- İbrahim Refik, Zaman Gazetesi 16.02.1993.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.