Konya
20 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.50
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2498.1
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    63914.118$

Büyük Devlet Stratejileri

21 Mayıs 2016, Cumartesi 10:22

 

Bireylerin yaşadığı yerleşim birimleri, toplumların yaşadığı tarihi coğrafya, dünya ve hayat görüşlerinin oluşumunda önemli etkiye sahiptir. Yerleşim yerlerinin kıyılarda, coğrafyanın iç kesimlerinde, dağlık ve platoluk alanlarda, ovalık bölgelerde, ormanlık ya da çöl arazilerinde kurulmuş olması bireylerin, coğrafyaların deniz görmeyen kara ya da yarımada veya ada ülkesi oluşu toplumların karakter ve zihin yapılarının teşkilinde önemli etkiler yaptığı birçok düşünür tarafından dillendirilmiştir.  

Toplumların kan ve emek sonucu kazanıp yurt edindikleri,  uzun bir geçmiş içinde kuşaklar boyu yaşadıkları, kültür, tarih ve medeniyetlerini oluşturdukları coğrafyayı anayurt diye tanımlarsak haddimizi aşmış sayılmayız.

Geçmiş uygarlıkların tarih sahnesine çıkma, ayakta kalma, varlıklarını sürdürme ve tarihe damga vurabilmeleri fiili güç ve savaş merkezli bir dünya görüşüyle açıklanabilirdi. Geçmişte bir devletin savaşlarda başarılı olmasının en önemli iki şartı, ülkede, iç karışıklıkları önleyip yurdu barış ve esenliğe kavuşturmanın yanında savaştan önce –saldırı ya da savunma olsun- komşu ülkelerle sağlam antlaşmalar yapmaktı. Tarihte coğrafi sınırların dört yanında savaş yapmayı göze alabilen devlet, Roma ile Osmanlı İmparatorlukları olduğu söylenebilir. Tabii bu bir güç meselesinin yanında hareket alanını kolaylaştıran iyi ilişkiler içinde bulunulan hinterlandlara sahip olmakla ilişkindir.

Geçmişte dört yanı düşmanla çevrili ülkelerin savaşta, hatta iç-savaşta (civil war) bile başarılı olma şansları oldukça zayıftı. Günümüzde de bu kuralın aynen geçerli olduğu görülebilir. Bir ülke savaş alanını kendi coğrafyasında, yani yurt içinde kabullenmekle, düşmanın yenilmesi halinde bile yurdun korkunç bir yıkımı yaşamasının önüne geçilemez.

Bu nedenle büyük devletler, savaşları kendi ülke topraklarının dışında yapmaya özen gösterirler. Dolayısıyla ana yurtlarının dışında ilgi ve etki alanlarından oluşan bir coğrafi ve kültürel hinterlanda ve deniz yollarına sahip olma gereğini hiç göz ardı etmemişlerdir.

I. ve II. Dünya savaşlarından önceki savaşlar ya iki sınır komşu ilkenin birbiriyle ya da bunların hinterlandları olan ülkelerin ittifak yaparak dünyanın belli bir coğrafyasında yapılan savaşlar olduğu için sınırlı sayıda insan etkileniyordu. Söz konusu iki dünya savaşında ise dünyada neredeyse etkilenmeyen bir coğrafya kalmadı. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası Süper devletlerin dünyayı bloklaştırarak iki kutuplu dünyaya dönüştürmesinden sonra tarihte görülmemiş ağır insan hakları ihlalleriyle milyonlarca insan katliama uğradı, yaralanıp tedavi alamadığı için sakat kaldı, yokluk ve kıtlıklar nedeniyle açlıktan toplu ölümler yaşandı. Bununla da yetinilmedi birçok toplum özellikle SSCB’nin uygulamalarıyla binlerce km.lik uzak coğrafyalara sürgün edilerek çoğunun ölümlerine neden olundu. Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri, Almanya’daki ve Rusya’daki Yahudilerin soykırım ve tehcire maruz bırakılmalarından kaynaklanan nüfus hareketleri, gibi.

Bu, hinterland içinde yaşayan toplumlar için de gereklidir. Çünkü olağanüstü bir durum ya da seferberlik dönemlerinde yurtlarında yaşama hak ve özgürlüğünü kaybeden toplumlar için geçici ya da kalıcı olarak barınılacak bir güvenli coğrafyanın bulunması her zaman için güvence unsurudur. Güven veren bir Anadolu coğrafyasının olması, Ortadoğu, Kafkaslar, Kırım ve Balkan toplulukları için son çözümlemede fırtınalı bir denizde sığınılacak bir liman konumundadır.   

Türkiye’nin iri, diri ve güçlü olması bu coğrafyalardaki halkların bulundukları yerde başları dik yaşamalarının garantörü, ülkemiz için de bu coğrafyalar emniyet subabı hükmündedir. Anadolu coğrafyasında imparatorluk bakiyesi müslim ya da gayrı müslim her etnik ya da dini grup barınabilmiştir. Günümüzde uluslararası mücadele ve çatışmaların genel karakteri değil, yalnızca enstrümanları (araç-gereçleri) değişmiştir. Mücadeleler, daha çok ekonomik ve kültürel alana yayılma eğilimi gösterdiğinden günümüzde bilim, kültür, ticaret, turizm ve sportif yarışmalarla bir ülkenin hinterland tanımı oldukça genişlemiştir.

Hinterlandımız içindeki uluslarla tarihi ve kültürel bağları güçlendirmek, ekonomik ve ticari ilişkileri artırmak, bilimsel ve sportif yarışmaları sıklaştırmak hedefi, yerli kültürün kendi içinde uyumlu ve tutarlı olmasıyla direk ilişkilidir.

Bu bağlamda öncelikle yerli kültür varlıklarının bir envanteri çıkarılarak yazılı metinler haline getirilip, ilmi, edebi ve felsefi ölçütlerle sınıflandırılıp hem yurt içinde ve hem de hinterlandımızda güncelleştirilebilecek ve yaşamı canlandırabilecek zengin bir kültür birikimi oluşturulmalıdır. Bunun için de bilimsel araştırma kuruluşlarının ve üniversitelerin konuya ilişkin kapsamlı ve derin ilmi çalışmalar yapması gerekmektedir.

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.