Konya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.48
  • EURO
    34.96
  • ALTIN
    2436.1
  • BIST
    9716.95
  • BTC
    64627.25$

“BİZ KENDİ PARAMIZI VERİYORUZ”

23 Kasım 2020, Pazartesi 08:47

Yıl, 1996 olmalı.

Kasım  ayı o yıl çok soğukdu.       

Hayırsıver bir bilim adamı olan Prof.Dr.Mustafa Kafalı ‘nın büyük katkıları ile yapılan Selçuk  Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp Merkezi hizmete açılacakdı.

Bina tamlanmıştı ama perde, masa, sandalye, koltuk ve özellikle de hasta yatağı alınamamıştı. Bu nedenlerle odalar tefriş edilemiyordu. Başka eksiklikler de vardı. Öte yandan merkezin  açılış tarihi de açıklanmıştı.

O zaman Cumhurbaşkanı olan rahmetli Süleyman Demirel açılışa davet edilmiş, kendileri de bu daveti  kabul etmişti. Cumhurbaşkanı Şeb-i  Aruz törenlerine  katılmak için geldiğinde Selçuk Üniversitesi Kalp Merkezi’ni de hizmete açacaktı. Vakit daralıyordu ama Kalp Merkezi’nin yukarıda sözünü ettiğimiz eksikleri ni almak için para yoktu. Para bir türlü bulunamıyordu.

Dönemin  Rektörü, Tıp Fakültesi Dekanı ve Başhekimi ile “Sen’li, ben’li”ydik.

Haftada en az 3-4 defa bir araya geliyor ve farklı konular üzerine sohbet edyorduk.

O sohbetlerin  birinde Cumhurbaşkanı’nın geleceği tarihin yaklaşmakta olduğu ama Kalp Merkezi’nin tefriş edilemidiği ve  hasta yataklarının henüz alınamadığı falan konuşuldu. O ana kadar bazı kamu kaynakları zorlanmış ama gene de para bulunamamışdı.  Bu durumda acilen bir şeyler yapmak gerekiyordu.

Sözünü ettiğim sohbet sırasında şöyle bir formül bulundu.

Bizim adını ilk günden beri yanlış bulduğumuz “İslami Holdingler”e başvurulacakdı. Gurbetçelin Avrupa’nın çeşitli memleketlerinde kömür ocaklarında, maden ocaklarında, temizlik işlerinde ve tuvaletlerde gavurun bokunu temizleyerek  kazandıkları paranın kolay vakumulanması adına, “İslami Holding” tanımlaması bizi rahatsız ediyordu. Nitekim filmin sonunda bu tanımın ne kadar yanlış oldluğu ortaya çıkdı.  Gurbetçiler “islam” referanslı holdinglere çuvallar,valizler dolu para  gönderirken “İslam” sözcüğüne güvenmişti.

Bu bahsi geçelim..

Şimdilik kimseyi ürkütmeye gerek yok.

Konumuza dönelim..

O dönemi  şehirde faaliyet gösteren “İslami Holdingler” in başkanları başta olmak üzere, farklı  sektördlerde faaliyet gösteren işadamları, siyasi parti il başkanları, oda başkanları bir yemekte buluşturalacak ve Kalp Merkezi’nin ihtiyaçları için yardım talebinde bulunulacaktı.

Organizasyon görevi rektör tarafından Tıp Fakültesi Dekanı ve Başhakemi’ne verilmişti. Lakin küçük bir sorun vardı. Dekan bey Konyalı değildi ve bu gibi konularda da son derece titiz ve dikkatliydi. Durum böyle olunca organisyon görevi  paradan, puldan, ticaretten anlayan hastane başhekiminin üzerinde kaldı.

Tarih belirlendi ve davetler yapıldı.

Toplantıya aralarında holding başkanlarınında bulunduğu 50 kişi davet edilmişdi.

Üniversite  yönetimi bu toplantıyı kararlaştırırken yanlarındaydım. Bu sebepten olmalı ki rektör “Herif sen de geleceksin” demişti bize. O aralar Hoca ile ilişkilerimiz böyleydi.. “Sen”, “Ben” falan.

Yer..

Tarihi rektörlük binasının altında bulunan, konuk evi.

Lacivertleri çeken konuklar tek tek gelmeye başladı.

Geliyorlar ama neye geldiklerini bilmiyorlardı.

Rektör adına daveti yapan Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimi davetin sebebi hakkında “Olur ya..Gelmezler” kaygısıyla önceden bir açıklama yapmamışdı. Kurnazdı. Kendisi iyi bilirdi bu işleri.

Çok sayıda masanın yan yana getirilmesiyle hazırlanan U şeklinde büyük bir masada herkes yerini aldı. Dönemin valisi  Namık Günal’da  oradaydı. Yemekler yendi. Kahveler, çaylar içildi. Birbirine yakın konuklar arasında koyu bir sohbet başladı. Bizde dekan ve başhekimle yanyana oturmuş, konuşuyorduk. Rektör iki de bir dekan ve başhekimin gözüne bakarak davet sebebini  açıklamanın vaktinin geldiğini belli etmeye çalışıyordu.

Konuklar tam kalkacaktı ki konudan daha önce haberdar edilen vali bey, rektör beye dönerek “E..Hoca yedik,içtik. Karnımız doydu.. Bu davetin sebebi ne?” diye, sordu. Rektör soruya “Nasıl” cevap vereceğini düşünürken, başhekim Hocanın imdadına yetişti.  Ya değilse adamlar önlerinde bulunan beyaz mendillere ağızlarını silip gideceklerdi.

Başhekim ; Kalp Merkezi inşaatının tamanlandığını, buranın Konya için çok önemli olduğunu, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Şeb-i  Aruz için geldiğinde Kalp Merkezi’ni hizmete açacağını ve lakin binanın hasta yatakları başta olmak üzere bir takım tefrişat malzemelerinin alınamadığını, bunun için de “Şu kadar paraya ihtiyaç var” dedi.( Miktarı hatırlamam mümkün değil. Ayrıca paramız o zaman bol sıfırlıydı..)

Başhekimin bu açıklamasının ardından Konukevi’nde bayağı bir sessizlik oldu.

Hiç unutmam: Konuklar bu sessiz  geçen anlarda  birbirlerine dönüp bakmadılar.. Belli ki hoşlarına gitmemişti bu sürpriz açıklamada. Aralarından  bir kaç özel  sektör  temsilciside “Buraya neye geldim “? modundaydı.

Bu  sezsizliği  bozan Haşim Bayram oldu. Kombassan’ın Yönetim Kurulu Başkanıydı.  Kendisi hem “Alan el “ Hem de “Veren el” olarak bilinirdi. Zihniyetine yakın partilere, vakıflara, derneklere önemli paralar verdiği söylenirdi.  “Dardayım” diyen, eski/yeni  arkadaşlarınında elinden tuttuğu söylenirdi.  Sonra gazetecilik mesleğinde dünyanın en asil  renklerini Haşim Hoca istediği için değiştirerek“Siyaha, beyaz” ,“Beyaza, siyah” diyen, 5-6 kişinin olduğu iddia edilirdi. O tarihlerde 200’ün üstünde gazeteci vardı bu şehirde. “Beyaz” olan meslekdaşlarımızın sayısı bir hayli fazlaydı anlayacağınız.

Haşim Bayram Hoca’ya baktım.

Konukevi’ne gelen bazı konuklar suspus ve ne diyeceğini düşünüyor.

Hoca’nın ise gözlerinin içi parlıyordu.

Ağzındaki dişlerin yarısını görebiliyordum.

Ayrıca şen ve şakraktı.

Kesenin ağzını açtı  ve.. “Bizden 50 bin lira” dedi.

İttifak oradaydı..

Endüstri oradaydı.

Sayha oradaydı.

Şimdi adını hatırlayamadığım başka holdinglerin yönetim kurulu başkanları da oradaydı.

On binlerce lira bağışı havada uçmaya başlamıştı.

Bir holdingin başkanı “Bizden 40 bin lira” dedi.

Bazıları “Bizden 25 bin lira” dedi.

En az veren holding ise 10 bin lira bağış yaptı.

Yanlarında çek karnesi olanlar, çıkartıp çeki yazdı ve masanın üstüne attı.

Oımayanlar, başhekimden hastanenin banka hesap numarasını istedi.

Konukevi’nde davetliler arasında bulunan oda başkanları, siyasi parti il başkanları da kendilerine göre bir bağış yaptı.

Bu yılın Bahar aylarında vefat eden Rahim Özkaymak’da oradaydı.

O bu bağışlar yapılırken etrafta olup biteni seyrediyordu.

Rahim beye soruldu.. “Siz ne kadar bağış yapacaksınız?” diye..

İşte biz tam o anda DYP İl Başkanı Mustafa Bezirci ile göz göze geldik. Mustafa Bey, Rahim Beyin  yakın akrabası ve arkadaşıydı. Bizde kendisini çocukluğumuzdan beri tanıyorduk. Rahim Abi “Eli sıkı” bir insandı.

Acaba ne diyecekdi?

Ne kadar bağış yapacakdı?

Sağına soluna baktı.. Sonra düşündü, düşündü..

Ve.. “Madem yatak ihtiyacı var.. Bizde bir yatak alalım” dedi.. Bundan önce  bir yatağın kaç lira olduğunu sorup öğrenmişdi.Yatak, 750 liraydı.

Bu sefer salonda  gerçekten buz gibi bir hava esti..

Bu bir yatak meselesine kimse inanmamıştı ve Rahim Beyin şaka yaptığı sanılıyordu.

Bakıldı ki şaka değil.. Vali bey ve orada bulunan konuklar Rahim Bey üzerinde büyük bir nakdi bağış için ısrarcı olmaya başladılar.

Rahim bey sonunda baskılara boyun eğmek zorunda kaldı..

Bağış miktarını kesinlikle artıracakdı.. Ama ne kadar artıracakdı..

Tekrar sağına soluna baktı..

Oturduğu koltuktan kendisini geriye doğru çekti ve.. “Ne yapalım.. Madem ısrar ediyorsunuz. Biz de iki yatak alalım..” dedi..

Bağış yine yataktı..

Salonda bulunan herkes  yine şok oldu.

Vali bey son bir hamle daha yaparak, “Ama Rahim bey bu gerçekten çok az..”dedi.

Rahim Bey Bey.. “Ne yapalım sayın valim.. Biz arkadaşlar gibi başkalarının parasını değil, kendi  paramızı  veriyoruz. Kazandığımız parayı harcıyoruz” dedi.

Ders niteliğinde  bir anıyı yıllar sonra yazdım.

Kendi parasınını verenler, harcayanlari iş hayatında kalıcı oluyor.

Başkalarının paralarını  verenler,harcayanlar, harcatanlar da  zamanla kayboluyor.

Alın teri önemli bir kavram.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.