Konya
20 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.50
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2499.5
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    63891.729$

Asr-ı Saâdette İlim ve Ashâb-ı Suffe (1)

12 Haziran 2020, Cuma 08:57

Nübüvvetin (peygamberliğin verilişinin) ilk senesinde, Erkam b. Ebi’l-Erkam Müslüman olunca, Safâ Tepesi yanındaki evi, Müslü­manların ilk gizli buluşma yerleri olmuş, burada toplanan Müslü­manlara Peygamber Efendimiz İslâm’ı anlatmıştır. Risâlet’in 6. Yı­lında Hz. Ömer Müslüman olun­caya kadar bu evdeki toplantılar de­vam etmiş, ondan sonra Müslü­manlar namazlarını, toplantılarını açıktan yap­maya başlamışlar. Dolayısıyla İslâm âlimleri, ilk medrese olarak bu evi, bilâhare Medîne Mescidi yanındaki Suffeyi gösterir­ler.

Suffe: Gölgelik mânâsınadır. Hz. Peygamber Medîne’ye gelir gelmez bir mescid inşa ettirmiş, buraya bitişik ayrı bir bölüm yaptı­rarak ilim tahsil etmek isteyenlerin hizmetine sunmuştur. Müslüman olduğu için âilesi tarafından kovulan, Medîne’ye gelince gidecek bir yeri olmayan ilim heveslisi gençlerin barınacağı bir yer olmuş, bura­nın iâşe ve ibâtesini (her türlü ihtiyaçlarını) Allah Rasûlü (s.a.v.)Bey­tül Malden (devlet hazînesinden) karşılamış, gelen zekât ve sa­daka­ları buraya aktarmış, böylece her türlü ihtiyacı devlet tara­fından kar­şılanan ilk üniversitenin temelini atmıştır.

Allah ve Rasûlü bu ilim ve irfân yuvasına öyle önen ve ihtimam göster­mişler ki; buraya yenmesi için bozuk hurma gönderen birini Yüce Allah şöyle ikaz etmiştir:

 “Ey îman edenler!  Kazandıklarınız ve yerden sizin için çı­kardı­ğımız nimetlerin iyilerinden Allah için infak edin. (Size verildiği takdirde)  gözünüzü yummadan alamayacağınız (basit, bozuk ve değer­siz) şeyleri hayır diye vermeye kalkışmayın. Al­lah’ın müstağni ve övülmeye lâyık olduğunu bilin.”(1)

Hz. Peygamber sık sık bu insanların yanına uğramış, onları teşvik etmiş, ilmin kadrini, kıymetini, fazîletini dile getiren şu aşağıda ve­receğimiz sözle­riyle onları motive etmiştir: 

“En hayırlı sadaka, Müslüman kişinin ilim öğrenmesi, sonra onu başkalarına öğretmesidir.”(2)

 “İlmi ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya da dinleyen ol. Dördüncü gruptan olma, helâk olursun. İlmin fazîleti nafile ibâdetin fazîle­tinden üstündür. Az ilim çok ibâdetten hayırlıdır.”(3)

 “Bir kimse ilmî bir konuyu insanlara öğretmek maksadıyla öğ­renirse, kendisine yetmiş sıddîk sevâbı verilir.”(4)

“Ya Ali; Senin sâyende Allah’ın bir kişiyi hidâ­yete erdirmesi, senin için bütün varlığı ile dünyâdan daha hayırlıdır.”(5)

Bilal-i Habeşî, Selman-ı Farisi, Ebû Hüreyre, Ammar b. Yâsir, Abdullah b. Mes’ud gibi sahâbenin ünlüleri bu ilim yuvasından ye­tişmiştir. Burası ashâb nazarında öyle sevimli bir mekân hâline gel­miş ki, evi barkı olan, hâli vakti yerinde olan insanlar bile bu ilim yuvasında bulunmayı, oradan feyz almayı, onların içinde yatıp kalkmayı istemişlerdir. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah da bunlardan biridir.(6)

Sayıları zaman zaman 400’lere varan bu insanları onore etmek ve İslâm’ın ilme ve âlime verdiği değeri göstermek için Hz. Peygam­ber,(7) kabilelere ve devletlere göndereceği, elçi, münzir, mürşid, mübelliğ, vali, öğretmen, kumandan, diplomat gibi görevlileri bunla­rın içinden seç­miştir.

Bunların hepsi okuyoruz diye, başkalarının sırtından geçinen in­sanlar olmamışlar, fizikî gücü yerinde olanlar, odun taşımak, zen­ginlerin bağ ve bahçelerinde çalışmak sûretiyle rızkını, kendi alın terleri ile temin etmiş­lerdir.(8) Bunlar çok zühd, takva, ilim ve irfân sâhibi olarak yaşadık­ları için, İslâm tarîkat ve tasavvufunun nüvesini (mayasını) teşkil ettiklerine dâir kanaatler de vardır.

İslâm dünyâsında araştırmalar yapan Fransız ilim adamı Roshen­tal şöyle demiştir: “Hiçbir inanç sisteminde İslâm’da olduğu ölçüde, din-ilim uygun­luğu, ayrılmaz bir biçimde gerçekleşmemiş­tir.”(9)

Cenâb-ı Allah’ın âyetleri, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.)hadisleri ve ilk Müslü­manların üstün gayretleri ile başlatılan bu ilim seferberliği,  kısa zamanda netîcesini vermiş, Mekke’de yanmaya başlayan bu meş’ale (ışık), ortaça­ğın cehâlet karanlığını aydınlatmaya başlamış­tır.

Bu sebeple Emevîler ve Abbâsîlerin ilk dönemlerinde okuttuğu ilme karşılık para almak, maddîyat talep etmek, menfaat gâye­siyle ilim öğretmek, ulema için zül kabul edilmiş, buna tevessül ve teşeb­büs edenler dış­lanmış ve aşırı tenkide uğ­ramıştır. İlim Allah rızası için öğretilmiş ve bu gâyeye binâen ilim tahsil edilmiştir.(10)

 

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi, 267; O. N. Topbaş, “Vakıf İnfak Hizmet”, Erkam Yay. İst. 2002 s, 92.

2- İbni Mâce, Mukaddime 20.

3- Tergîb ve Terhîb Tercümesi, Hikmet Yay. yıl  1984, c. 1, s. 99.

4- Tergîb ve Terhîb Tercümesi, Hikmet Yay. c. 1, s. 133.

5- Ebû Dâvûd, İlim,10 (3661); Müslim, Fadâilü’l Eshâb, 34 (2046).

6- Bekir Karlığa, “Ah Endülüs”, Derin Târih Dergisinin özel sayısı, 2015, s. 132.

7- H. Tahsin Emiroğlu, “Esbâb-ı Nüzûl”, Elif Ofset, İst. 1978, c. 1, s. 275.

8- Müslim İmâre, 147.

9- Mehmet Bayraktar, “İslâm ve İlim” Millî Kültür Dergisi, Eylül 1990, sayı 76, s. 70.

10- Ahmet Çelebi, a. g. e, s. 235.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.