Konya
20 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.50
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2499.5
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    63587.088$

AŞIRIYA KAÇMAK, KÖRLÜKTÜR.

19 Ocak 2022, Çarşamba 09:37

Herkes kendini inci tanesi zanneder. Ta ki kumsala gidip kum tanesi olduğunu anlayana kadar. Nasıl ki insan, insanlığını insan da tanırsa, kendini inci zannedenin de, toplum içindeki hal ve davranışları, bilgisi, görgüsü, ahlakı ve yaşayış şekli de, değerinin ne olduğunu anlamasına yardımcı olur.

İnsan hayatta iki şeyi tanımaktan kaçar, biri kendisidir, diğeri de karşında ki insandır. Peki, bir insan, insan da mı kaybolur, yoksa kendi içinde mi? Bu iki soru, hakikati tasvir ediyor ama hoşumuza gitmediği için de üstünü örtmeye çalışıyoruz. İnsan önce kendi içinde kaybolur, bulunca da kendini fark eder. Kendini fark edemeyen başka insanda kaybolamaz, başka insan da bir hiç olur, hiçliğini yaşayarak taklitçi bir maymun haline dönüşür.

Kendinden haberi olmayan insan, düşüncelerinde tutarsızdır. Bir şeyi ya aşırı över, ya da aşırı yerer. Bunun bu aşırı davranışı, kendinde oluşan yetersizliğinin, becerisizliğinin üstünü örtmeye çalışmasıdır. Ama gerçekten bunun da farkında değildir.

Eğer bir insan, kendini tanımadan önce başkasını tanımaya çalışır ve ona gereksiz iltifatlarda bulunursa, o insan kendinden habersiz, kendini, onurunu ve saygınlığını yitirip kendini yok sayan ve menfaati doğrultusunda bukalemun gibi yaşayan insandır. Bukalemun, ortama göre rengini değiştirir, kendini kamufle eder. Bu tür insanlar da o toplumun içinde var olmak ve yetersizliğini gizlemek için öyle davranırlar.

Günümüz insanının en büyük handikabı, insanları veya olayları olduğundan daha ileri boyutta görüp ölçüyü kaçıran, övgü ve takdir, ya da küçültücü, yok sayıcı ve aşağılayıcı söylemlerde bulunmaktır. Maalesef, nefsi düşünce ve menfaatler doğrultusunda ortaya çıkan bu iki davranış şeklinin ortasını bir türlü yakalayamamak, çok ürkütücü ve insanların birbirinden kopuşu, insanın kendini ve insanlık onurunun yok sayılmasıdır.

Mesela aşırı yerdiğiniz bir insana sürekli delilliğinden, aptallığından bahsederseniz, o insanı psikolojik bir baskı altına alacak ve o insan, bir süre sonra, buna inanmasa bile kendini kaptıracak, kendini sorgulamaya başlayacak ve “acaba gerçekten ben deli miyim?” diye bunalıma bile girme ihtimali doğacak. Yani gururunu ayaklar altına almış, o insanı belki de olduğundan farklı değerlendirmiş olacaksınız. Yine farklı bir şekilde, menfaatiniz doğduğu bir insana, hak etmediği halde büyüklük kisvesi verir, “sen ağasın, paşasın, çok güzel şeyler yapıyorsun, sen çok değerlisin” diye sürekli telkinde bulunursunuz. O insanın da nefsini okşamış ve hak etmediği değerle kendini ulu biri gibi görmeye başlamasına, yanlış olanı görmeden, kendisinin öyle olduğuna inanarak yanlışlarla yaşamasına neden olmuş olursunuz.

İşte bu iki durumda olduğu gibi ortayı bulma düşüncemiz yok. Deli ve aptal dediğimiz insanın gerçekte nasıl olduğunu, iyi ve akilane yönlerini görmeden hareket ediyor, sadece vasat ve kötü yönlerine yöneliyor, iyi ve erdemli diye gereksiz övgülerle göklere çıkardığımız insanın erdemden ve iyilikten yoksun hallerini yok sayarak kusursuzluğunu zannetmesini ortaya koymaya çalışıyoruz. Maalesef insanın, beşer bir varlık olduğunu unutuyoruz, işte tüm mesele de burada. Beşer, iyiyi yaptığı kadar, kötüye de meyillidir ve istese de istemese de bunu gerçekleştirir.

Bütün bu ortası olmayan aşırılıklara, insanın dengesizliği, kalp körlüğü ve kirliliği neden olur. Kısaca sözün özü; "Bir şeyi aşırı sevmekle, bir şeyden aşırı nefret etmek aynı şeydir ve ikisinde de körlük vardır. Çünkü aşırıya kaçmak, gerçekleri olduğu gibi görememenin verdiği erdem yoksunluğundan kaynaklanan, bir nevi körlüktür"

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.