Konya
18 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.52
  • EURO
    34.86
  • ALTIN
    2488.4
  • BIST
    9549.84
  • BTC
    60933.64$

Arkadaş

17 Ocak 2016, Pazar 11:39
 

Ahbabını ister iyi ister kötü seç

İdbâra düşersen seçilirler er geç

Bir çokları küsmüş gibi bîgâneleşir

Onlar sana küsmeden sen onlardan geç     

                              Yahya Kemal

İdbâra düşmek: Zorluklara, sıkıntılara, belâlara duçar olmak demek. Ger­çek ve sahte arkadaşlıklar böyle zaman­larda belli olur. “Gerçek arkadaşlar yıldızlar gibidirler, ka­ran­lık çökünce (ba­şına bela gelince) ilk onlar parlar ve etra­fınızı aydınlatır” sözü, realitenin ta kendisidir. Ama böyle hakiki arkadaş­lıklar günü­müzde nadir bulunan haslet­lerdir. Sanki onların hakikisini, an­tika eserler gibi      geç­mişte aramak icap ediyor. Peygamberimiz: “Kıyamet yakla­şınca; helal ka­zanç ve gerçek dost nadir bulu­nacak”  buyurmuştur. 

Yahya Kemal merhum’da baştaki şiirde buna dikkat çe­kiyor. Şâir Yenişe­hirli Avni ise bir başka hususa parmak ba­sıyor ve etrafından kaçmakla, kay­bolmakla kalıyorlarsa sen o dostlara yine de fazla yüklenme, kahretme:

Ehibba şîve-i yağmâda mebhût eyler a’dâyı

Hudâ göstermesin âsâr-ı izmihlâl bir yerde

“Allah kimseyi belâya duçar etmesin, dostlar dar za­manda yağmada düş­manları bile hayrete düşürür” diye­rek daha beterle­rinden haber veriyor. Ahnef b. Kays: “Cömertlik olmayınca malın, vefa olmayınca arkadaşlığın hayrı olmaz” demiş.

Mehmet Akif Ersoy ile Ferit Kam can ciğer arkadaş­tır­lar. Cumhuriyetten sonra bazı yanlış icraatları perva­sız ve hakşinas biri olan Ferit Bey, tenkit edince Edebiyat Fakülte­sindeki göre­vine son vermişler. Akif merhum bunu duyunca hemen istifa etmiş.([1]) Sebebi sorulduğunda; “haksız yere   arka­daşı­mın göre­vine son verilen bir yerde ben devam ede­mem” demiş. Aradan yıllar geç­miş, bu baskı rejimine, tahak­küm dönemine, terörist icraatlara tahammül ede­meyen Akif, Mısır’a gitmek  mecburiye­tinde kalmış ve uzun müddet kim­seden ne bir mektup, ne telg­raf, ne haber hiçbir şey   gelme­miş. Çünkü kendi­siyle mek­tup veya telgrafla irtibat kuranlar takip edilmekte, maddi ve manevi baskı görmektedir. Niha­yet seneler sonra, can dostu Ferit Bey’den; “annesinin öldü­ğünü” bildiren bir telg­raf alınca Akif, cevabî telgrafında şöyle yazmış: “İhva­nım, sizden bir haber çıkması için bizden bir mevtanın çıkması mı lâ­zımdı?”, kısa ama stem dolu bir cevap. Ama bu du­rum vefasızlıktan ziyade çare­sizlik­ten doğmuştur. Yunus şöyle demiş:

Ol dost için ağuları       

Şeker gibi yutmak gerek.   

Bir atasözünde; “İyi bir arkadaş senin kendine vere­ce­ğin en değerli hedi­yedir.” denir. Hz. Mevlânâ’da; “iyi arka­daşı olanın aynaya bakmasına gerek yoktur” der. Yani iyi arkadaş emri bil ma’ruf, nehyi anil münker’i (iyi­liklere teş­vik, kötülüklerden sakındırma görevini) hak­kıyla yapar diyor. Kötü arkadaş da insanı türlü kötülüğe bulaştırabilir. Peygam­berimiz: “Kişi arka­daşının dini üzerinedir”([2]) buyurarak konu­nun ehemmiyetine dikkat çeker.

Tarihçi Vakıdî zarurete düşünce bir arkadaşından yar­dım ister. Bir kese altın gelir, ondan diğer bir diğer arkadaşı ister... 3 arkadaş arasında kese defa­larca gider gelir...([3])

Bir zamanlar bir şehzadenin bir çocukluk arkadaşı var­mış padişah olunca onu vezir yapmış ama adam Allah adamı imiş her ne olursa olsun “bunda da vardır bir ha­yır” dermiş.

Bir gün padişahla ava gitmişler, barutu biraz fazla koymuşlar silah pat­lamış padişahın bir parmağı kopmuş o yine aynı sözü söy­leyince padişah kızmış zin­dana attırmış. Aradan birkaç sene geçmiş padişah başka dostları ile yabancı beldelere daha doğrusu yam­yamların ormanına ava dalmışlar, yakalanmış­lar, bunları bağla­yıp yemek için hazırlık yapmaya başla­yınca bir de fark et­mişler ki, padişahın bir parmağı yok. Hemen onu serbest bırakmışlar, meğer adetleri azası eksik olanları yemez­lermiş.  Geri gelip he­men arkadaşını zindandan çı­kartmış ve özür dilemiş. “Seni boşuna 5-6 sene yatırdık, ger­çekten senin dediğin gibi, parma­ğımın kopuşunda da hayır var­mış, o sayede kurtuldum” deyince beriki yine; “bunda da vardır bir hayır” deyince padişah yine kızmış ama öteki şöyle izah etmiş; “evet padişahım el­bette bunda da bir hayır var, sen beni zindana atmasan da ben de seninle ava gitsey­dim, benim azamda eksik değildi şimdi yam­yamların mide­sinde olacak­tım” demiş. Arkadaşlar ara­sındaki latifelere, tatlı şakalara iki misal verip söz­leri­mizi bitirelim:

Çok temiz, saf, hafızası kuvvetli, ama hiç Arapça bil­me­yen bir hafıza, yemek duası diye arkadaşları şunları öğret­mişler:

 “Allahümmecalnî dübben kebira. Vela tecalnî dübben sağıra. İn tecalnî tübben sağıra, ye’külnî dübben kebira”. Manası şöyle: “Allahım beni büyük ayılardan bir ayı yap. Küçük ayılardan yapma öyle yaparsan büyük ayılar beni yer” Tabi bunu yemek duası diye bilenlerin yanında ya­pınca         gülü­şüvermişler.

Bedesten esnafından bir grup bir ramazan günü,  ha­ber­siz olarak nazları­nın geçtikleri bir arkadaşlarına if­tara gelir­ler. Ama hiç haber vermemişler, iftara 10 da­kika var. Evde hiçbir hazırlık yok. Ev sahibi onların niye­tini anla­mış ama, o da misafirlere bir oyun oynamış. Dı­şarı çıkıp birkaç çocuğa harçlık vererek: “Bizim pencere­nin önünden bedestende yan­gın çıktı, dükkanlar yanıp gider diye bağırarak ve koşarak geçeceksiniz” der. Ço­cuklar söylenenleri yapınca, bedestende hepsinin dükkânı olan misafirler koşarak çıkmışlar, be­des­tene varsalar ki, bir şey yok. Vaziyeti anlamışlar ve kendi kendilerine “biz bunu hak ettik” demişler.([4])

Dipnotlar:

1- Tarih ve Düşünce Dergisi, 2001/7  s. 42.

2- Ebu Dâvûd, edeb 19 (4833); Tirmizî, Zühd 45 (2379).

3- Şemseddin Günaltay “İslâm Tarihinin Kaynakları”,  s. 28.

4- Kamil Uğurlu, a. g. e. s. 145.

 

 

 

 

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.