AKŞEMSEDDİN Hz.
16 Şubat 2015, Pazartesi 08:40 Bir şâha kul oldum ki, cihân ana gedâdırBir mâha tutuldum ki, yüzü şems-i duhadır. Yani: “Bir şâha bağlandım ki; cihan O’na hayran¬dır. Çünkü O, kuş¬luk güneşi gibi yüzü her tarafı aydın¬latan bir sultandır. ” Fatih Sultan Mehmed, en sevdiği hocası, üstadı, mürşidi, şeyhi Akşemseddin için böyle demiştir. 16 Şubat bu büyük velinin vefat yıldö¬nü¬müdür. Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza’dır. M. 1390 yı¬lında Şam’da doğmuştur. Baba tarafından ne¬sebi Hz. Ebu Bekir’e kadar da¬yan¬maktadır. Yedi ya¬şında babasıyla bera¬ber Anadolu’ya gelmiş, hafız ol¬muş, gençliğinde de Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap et¬miştir. Birçok yerde irşad ve tebliğ hiz¬metinde bulun¬muş, şeyhi vefat edince, onun yerine geçmiş¬tir. Dini ilimler yanında, tıp ilmi de tahsil edip, tedavi¬lerde bulu¬nan, Psiki¬yatri hususunda uzman olan, hatta mikrobu bilen ve çi¬çek aşısını keş¬feden Akşemseddin, Feth-i Mübîn’i (İstanbul’un fethini) gerçek¬leşti¬ren ordunun içinde de görev almış, askerin teşyi ve teşci edilmesi (teş¬vik edil¬mesi, cesa¬retlendi¬rilmesi), Hz. Ebu Eyyub el-Ensârî Haz¬ret¬lerinin kabrinin bulun¬ması, Fet¬hin biraz gecikmesinden dolayı üzgün ve tedirgin olan, Fâ¬tih’in teskin ve teselli edilmesi husu¬sunda... büyük hiz¬met¬leri olmuştur. Fetihten sonra Ayasofya’da ilk Cuma hutbesini okuyup na¬mazı kıldı¬ran da yine bu büyük âlimdir. Ya¬vuz Sultan Selim’in: Padişah-ı âlem ol¬mak, bir kuru kavga imiş Bir veliye bende olmak, cümleden evlâ imiş. Şiirindeki duygu, düşünce ve fel¬sefe ile hareket eden Osmanlı sul¬tan¬ları, madde ile manayı, dünya ile ukbayı, tasavvuf ile tasar¬rufu den¬gede götür¬meye ça¬lışmışlar, hatta bazen ibreyi uhreviyyata doğru kaydır¬mışlar, ama o döne¬min de¬ğerli ve faziletli âlimleri buna müsaade etme¬mişler¬dir. Fâtih de, manevi potasında eriyip şekillendiği bu hoca¬sını o kadar çok seviyor ki; Bir ara inzivaya çekil¬meyi, hal¬vete girmeyi, gece-gündüz ho¬cası ile beraber ol¬mayı iste¬yince, Akşemseddin: "Sen halvete değil dev¬lete lâzımsın. Elhamdülillâh bu müjdeli şehirde bir in¬sanlık bahçesi kurduk. Onu yaşatman ve köklerini yer¬yüzünün mer¬kezine değdir¬men gerek. Sen seçilmiş birisin. Bunu yaptıklarınla yeterince ortaya koydun za¬ten. Ama yapılacak daha yığınla işin var..."( ) diyerek izin vermemiş¬tir. Günümüzde Şeyh geçinenlerin eline böyle bir fır¬sat geçse, zâtının ve ta¬rikatının popülaritesini yükselt¬mek için gökten kapar, hatta biraz da is¬tismar eder ve abartırlar. Ama o dönemin gerçek din ve ilim adamları, şahıslarından ve mensup oldukları tarikatlar¬dan önce devleti düşünürlerdi. Devlet onlarca kutsal ve her türlü menfaatin, ihtirasın, çıka¬rın, mevki ve makamın fevkinde (üs¬tünde) idi. Onlar Os¬manlı Dev¬letini “Dev¬let-i Ebet Müddet” yani; kıya-mete kadar de¬vam edecek bir devlet diye kurmuşlardı. Fetihten sonra Çandarlı Halil Paşa azledilince Fâ¬tih, ho¬cası Molla Gürânî’ye sadrazamlık teklif etmiş, O, teklifi reddetmiş ve şöyle demiş¬tir: “Ben ilmiyye sınıfından biriyim. Bu teklifi kabul eder¬sem, asker ocakla¬rından yetişen kullarının huku¬kuna teca¬vüz olur (bu makam onların hakkı).”( ) Hz. Peygamber: “Allah sevdiği idarecilere iyi ve dü¬rüst müste¬şarlar ih¬san eder” buyurur.( )Allah ve Resûlü Fâtih’i seviyorlar ki, O’na böyle dürüst, liyâ¬katli, müstağni yani mevki, makam ve dün¬yalık hastalığı olmayan müsteşarlar ih¬san etmiş, Hz. Peygamber de mübâ¬rek lisanı ile O büyük Sultanı öv¬müş, taltif ve takdir etmiştir. O’ndaki hoca sevgisine şu olay da güzel bir delil¬dir: Fe¬tih es¬nasında, İstanbul’a Topkapı’dan maiyeti ile girerken Akşemseddin’i yanı ba¬şında yü¬rütmüştür. O büyük âlim, Bizans halkının kendisine ver¬dikleri çiçekleri al¬mayıp; “Fâtih şu delikanlı, O’na verin” deyince, Fâtih;“Al Ho¬cam al. Bu şeh¬rin ben maddi, sen de mânevi fâtihi¬sin, sen benim ho¬camsın” dediği rivayet edilmekte¬dir. ( ) Fâtih Akşemseddin’den söz ederken bir defa¬sında: “Be¬nim bu pîr’e say¬gım, irademin üstündedir. Yanında heye¬canlanır ve elle¬rim titrer. Hal¬buki diğer şeyhler yanıma ge¬lince onlar heyecanla¬nır, onların eli titrer. Araların¬daki fark budur” demiştir. ( ) Yine onun için Fâtih; “Yaşadığım za¬manda şöyle bir ilim er¬babının bu¬lunmasına mı, yoksa şu şeh¬rin (İstanbul’un) alınma¬sına mı daha çok sevine¬yim bilemiyo¬rum” demiş¬tir. ( ) Manevi iklimde belli bir seviye ve kıvama gelen Fâ¬tih’in pasifize ol¬ma¬ması, devlet işle¬rini ihmal etme¬mesi, Haçlı ittifakları karşısında zafi¬yete düşülmemesi, kendisi ile daha fazla meşgul olmaması, devlet işle¬rine daha fazla za¬man ayırabilmesi için Akşemseddin; Sultanın bütün ısrarla¬rına rağ¬men, İstanbul’u terk edip Göynük belde¬sine gidip yerleşmiş ve 16 Şu¬bat 1459 da orada vefat etmiştir. Akşemseddin’in Türbe kitabe¬sinde şunlar yazılıdır: “Kara gün dostu imiş Fâtih’in Akşemseddin. Ki; yüzünden lemeân etti Feth-i Mübîn Nusratı çeşm-i hakikisiyle görüp verdi haber. Böyle her şeyi uzaktan görür erbab-ı yakîn. ” Yani: “Akşemseddin Fâtih’in kara gün dostu imiş. Pey¬gamber tara¬fın¬dan müjdelenen İstanbul’un Fethi O’nun sa¬yesinde ger¬çek¬leşmiş. Al¬lah’ın evliyaullaha verdiği ileriyi görme gücü sayesinde, Fethin müyesser olaca¬ğını haber verip, askeri cesaretlendirmiştir. ” Kabri nur, makamı cennet olsun. Allah bizleri şefaatine nail eylesin. Neslimizden Fatih’leri, Akşemseddin’leri eksik etmesin. Dipnotlar:1- Mustafa Runyun-Osman Keskioğlu, “Fâtih Devrinde İlim ve O devirde Yetişen İlim Adamları”, DİB yay. Ankara, 1953. 225; Mustafa Armağan, “Ufukların Sultanı Fâtih Sultan Mehmed”, Timaş Yay. İst. 2007, s. 214. 2- Ahmet Şimşirgil, “İstanbul Fethinin Manevi Mimarları”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, yıl 1996, sayı: 27, s. 23.3- Ebû Dâvûd, Sünen, Humus, 1969, Harac ve’l-İmare, 4 (2932). 4- Banarlı, a. g. e. s. 27; Beynun Akyavaş, a. g. e. s. 111. 5- Nezihe Araz, a. g. e. s. 178. 6- Mustafa Runyun-Osman Keskioğlu, “Fâtih Devrinde İlim ve O devirde Yetişen İlim Adamları”, DİB yay. Ankara, 1953, s. 223.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.