Konya
24 Nisan, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.93
  • ALTIN
    2431.7
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66674.84$

AKŞEMSEDDİN Hz.

16 Şubat 2015, Pazartesi 08:40
Bir şâha kul oldum ki,  cihân ana gedâdırBir mâha tutuldum ki,  yüzü şems-i duhadır.  Yani: “Bir şâha bağlandım ki; cihan O’na hayran¬dır. Çünkü O,  kuş¬luk güneşi gibi yüzü her tarafı aydın¬latan bir sultandır. ” Fatih Sultan Mehmed,  en sevdiği hocası,  üstadı,  mürşidi,  şeyhi Akşemseddin için böyle demiştir. 16 Şubat bu büyük velinin vefat yıldö¬nü¬müdür.  Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza’dır. M. 1390 yı¬lında Şam’da doğmuştur. Baba tarafından ne¬sebi Hz. Ebu Bekir’e kadar da¬yan¬maktadır. Yedi ya¬şında babasıyla bera¬ber Anadolu’ya gelmiş,  hafız ol¬muş,  gençliğinde de Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap et¬miştir. Birçok yerde irşad ve tebliğ hiz¬metinde bulun¬muş,  şeyhi vefat edince, onun yerine geçmiş¬tir. Dini ilimler yanında,  tıp ilmi de tahsil edip,  tedavi¬lerde bulu¬nan,  Psiki¬yatri hususunda uzman olan,  hatta mikrobu bilen ve çi¬çek aşısını keş¬feden Akşemseddin,  Feth-i Mübîn’i (İstanbul’un fethini) gerçek¬leşti¬ren ordunun içinde de görev almış,  askerin teşyi ve teşci edilmesi (teş¬vik edil¬mesi,       cesa¬retlendi¬rilmesi),  Hz. Ebu Eyyub el-Ensârî Haz¬ret¬lerinin kabrinin bulun¬ması,  Fet¬hin biraz gecikmesinden dolayı üzgün ve tedirgin olan,  Fâ¬tih’in teskin ve teselli edilmesi husu¬sunda... büyük hiz¬met¬leri olmuştur. Fetihten sonra Ayasofya’da ilk Cuma hutbesini okuyup na¬mazı kıldı¬ran da yine bu büyük âlimdir. Ya¬vuz Sultan Selim’in: Padişah-ı âlem ol¬mak,  bir kuru kavga imiş  Bir veliye bende olmak,  cümleden evlâ imiş. Şiirindeki duygu,  düşünce ve fel¬sefe ile hareket eden Osmanlı sul¬tan¬ları,  madde ile manayı,  dünya ile ukbayı,  tasavvuf ile tasar¬rufu den¬gede götür¬meye ça¬lışmışlar,  hatta bazen ibreyi uhreviyyata doğru kaydır¬mışlar,  ama o döne¬min de¬ğerli ve faziletli âlimleri buna müsaade           etme¬mişler¬dir. Fâtih de,  manevi potasında eriyip şekillendiği bu hoca¬sını o kadar çok seviyor ki; Bir ara inzivaya çekil¬meyi,  hal¬vete girmeyi,  gece-gündüz ho¬cası ile beraber ol¬mayı iste¬yince,  Akşemseddin: "Sen halvete değil dev¬lete lâzımsın. Elhamdülillâh bu müjdeli şehirde bir in¬sanlık bahçesi kurduk. Onu yaşatman ve köklerini yer¬yüzünün mer¬kezine değdir¬men gerek. Sen seçilmiş birisin. Bunu yaptıklarınla yeterince ortaya koydun za¬ten. Ama yapılacak daha yığınla işin var..."( ) diyerek izin vermemiş¬tir. Günümüzde Şeyh geçinenlerin eline böyle bir fır¬sat geçse,  zâtının ve ta¬rikatının popülaritesini yükselt¬mek için gökten kapar,  hatta biraz da is¬tismar eder ve abartırlar. Ama o dönemin gerçek din ve ilim adamları,  şahıslarından ve mensup oldukları tarikatlar¬dan önce devleti düşünürlerdi. Devlet onlarca kutsal ve her türlü menfaatin,  ihtirasın,  çıka¬rın,  mevki ve makamın fevkinde (üs¬tünde) idi. Onlar Os¬manlı Dev¬letini “Dev¬let-i Ebet Müddet” yani; kıya-mete kadar de¬vam edecek bir devlet diye kurmuşlardı. Fetihten sonra Çandarlı Halil Paşa azledilince Fâ¬tih,  ho¬cası Molla Gürânî’ye sadrazamlık teklif etmiş,  O,  teklifi reddetmiş ve şöyle demiş¬tir: “Ben ilmiyye sınıfından biriyim. Bu teklifi kabul eder¬sem,  asker ocakla¬rından yetişen kullarının huku¬kuna teca¬vüz olur (bu makam onların hakkı).”( ) Hz. Peygamber: “Allah sevdiği idarecilere iyi ve dü¬rüst müste¬şarlar ih¬san eder”  buyurur.( )Allah ve Resûlü Fâtih’i seviyorlar ki,  O’na böyle dürüst,  liyâ¬katli,  müstağni yani mevki,  makam ve dün¬yalık hastalığı olmayan müsteşarlar ih¬san etmiş,  Hz. Peygamber de mübâ¬rek lisanı ile O büyük Sultanı öv¬müş,  taltif ve takdir etmiştir. O’ndaki hoca sevgisine şu olay da güzel bir delil¬dir: Fe¬tih es¬nasında,  İstanbul’a Topkapı’dan maiyeti ile girerken Akşemseddin’i yanı ba¬şında yü¬rütmüştür. O büyük âlim,  Bizans halkının kendisine ver¬dikleri çiçekleri al¬mayıp; “Fâtih şu delikanlı,  O’na verin”  deyince,  Fâtih;“Al Ho¬cam al. Bu şeh¬rin ben maddi,  sen de mânevi  fâtihi¬sin,  sen benim ho¬camsın” dediği rivayet edilmekte¬dir. ( ) Fâtih Akşemseddin’den söz ederken bir defa¬sında: “Be¬nim bu pîr’e say¬gım,  irademin üstündedir. Yanında heye¬canlanır ve elle¬rim titrer. Hal¬buki diğer şeyhler yanıma ge¬lince onlar heyecanla¬nır,  onların eli titrer. Araların¬daki fark budur”  demiştir. ( ) Yine onun için Fâtih; “Yaşadığım za¬manda şöyle bir ilim er¬babının bu¬lunmasına mı,  yoksa şu şeh¬rin (İstanbul’un) alınma¬sına mı daha çok sevine¬yim bilemiyo¬rum”  demiş¬tir. ( ) Manevi iklimde belli bir seviye ve kıvama gelen  Fâ¬tih’in pasifize ol¬ma¬ması,  devlet işle¬rini ihmal etme¬mesi,  Haçlı ittifakları karşısında zafi¬yete düşülmemesi,  kendisi ile daha fazla meşgul olmaması,  devlet işle¬rine daha fazla za¬man ayırabilmesi için Akşemseddin; Sultanın bütün ısrarla¬rına rağ¬men,  İstanbul’u terk edip Göynük belde¬sine gidip yerleşmiş ve 16 Şu¬bat 1459 da orada vefat etmiştir. Akşemseddin’in Türbe kitabe¬sinde şunlar yazılıdır: “Kara gün dostu imiş Fâtih’in Akşemseddin. Ki; yüzünden lemeân etti Feth-i Mübîn Nusratı çeşm-i hakikisiyle görüp verdi haber. Böyle her şeyi uzaktan görür erbab-ı yakîn. ”  Yani: “Akşemseddin Fâtih’in kara gün dostu imiş. Pey¬gamber tara¬fın¬dan müjdelenen İstanbul’un Fethi O’nun sa¬yesinde ger¬çek¬leşmiş. Al¬lah’ın evliyaullaha verdiği ileriyi görme gücü sayesinde,  Fethin müyesser olaca¬ğını haber verip,  askeri cesaretlendirmiştir. ”  Kabri nur,  makamı cennet olsun. Allah bizleri şefaatine nail eylesin. Neslimizden Fatih’leri,  Akşemseddin’leri eksik etmesin.  Dipnotlar:1- Mustafa Runyun-Osman Keskioğlu,  “Fâtih Devrinde İlim ve O devirde Yetişen İlim Adamları”,  DİB yay. Ankara,  1953. 225; Mustafa Armağan, “Ufukların Sultanı Fâtih Sultan Mehmed”, Timaş Yay. İst. 2007,  s. 214. 2- Ahmet Şimşirgil,  “İstanbul Fethinin Manevi Mimarları”,  Tarih ve Medeniyet Dergisi,  yıl 1996, sayı: 27, s. 23.3- Ebû Dâvûd,  Sünen,  Humus,  1969,  Harac ve’l-İmare,  4 (2932). 4- Banarlı, a. g. e. s. 27; Beynun Akyavaş,  a. g. e. s. 111. 5- Nezihe Araz,  a. g. e. s. 178. 6- Mustafa Runyun-Osman Keskioğlu,  “Fâtih Devrinde İlim ve O devirde Yetişen İlim      Adamları”,  DİB yay. Ankara,  1953,  s. 223.  

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.