Konya
24 Nisan, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.53
  • EURO
    34.87
  • ALTIN
    2429.2
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66268.98$

Akıl, Gönül ve Duygu Üzerine

07 Ağustos 2022, Pazar 10:58

Yeryüzünün bir mega kentin elektrik santrallerinin merkezinden daha mükemmel bir dizayna sahip beyin yapısıyla dünyaya gelen insandan başka bir yetkin bir varlığın olmadığı söylenebilir. Ben’in beceri gerektiren işlevlerine yetenek adını veriyoruz. Akıl kavramına, beynin fakültelerindeki farklılıkların her bireyin aynı tür (insan) ün prototipi olmadığını aksine her bireyin sui generis (eski deyimle, nevi şahsına münhasır) yeni deyimle de her biri kendisi tür olan bir varlık olmasıyla farkına varıyoruz. “İnsan” beyni her şeyden önce verici olmaklığın öncesinde yetkin bir alıcı; sadece doğumundan itibaren değil doğum öncesinden beri her şeyi depoladığı belirtilmektedir. Ve bu istemli istemsiz, iradeli ve irade dışı olan alış ve veriş yoluyla bilgi ve duyumlar olarak beynimizde kayda geçmekte, yeri, zamanı geldiğinde, ihtiyaç duyulduğunda belleğimize ya bilinç düzeyimize anımsamalar olarak gelmekte ve ses, renk, koku, biçim, hareket, jest, mimik, pandomim; diyalog, söz, olay ve olguların yansımaları belleğimizde bulunmaktadır.  

               Genelde beynin özelde de aklın işlevleri sadece bunlardan mı ibarettir? Elbette ki hayır! Tüm bunların yanında bilincin dışa dönük yanının yanında içe dönük işlevlerinden de söz etmek gerekir. Dış dünyamızdan gelen algıların, yorumu, çözümlemesi, irdelenmesi, eleştirilmesi, beğenilmesi, takdir edilmesi ya da reddedilmesi, tüm bunların ötesinde de yalnızca kendimize ait duygu, düşünce ve hayallerimizin kurgulanması çabası beynin işlevi olan aklın fakültelerine aittir.

               Harici dünya karşısındaki bilinçlenmeyi gerçekleştiren aklın komplike işlevine ilk, bilincin kendi içine dönüş yapan grift işlevine de ikinci doğuş denilebilir. Pytagoras, insan ömrünü yirmişer yıllık dilimlere ayırarak “insan”ın “yetkin adam” çağına altmış yaşında ulaşacağından söz etme gereği duymuştur. Burada insanın biyo-fizik doğumundan (ilk doğuş) psikofizik doğumunun daha önemli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü aklın işlevi, görevi, yetisi, çeşitli fakülteleriyle öne çıktığı ortadadır. İnsanın gözlem ve deneyimlerinin, toptan yaşamının ya da tercih ve seçmelerinin farkında olan aklı ona yeni bir düşünsel yaşam alanı açacaktır. İlk doğuş bize doğayı, kendimizi ve duyu dünyamızı verirken ikinci doğuşumuz, bilimin, felsefenin, dinin ve sanatın zengin bilgi dünyası içindeki bir hayatı bize sunacaktır.

               Burada ihmal edilmesinin kanıksanamayacağı bir gerçek; aklın yanında kalp ya da gönlün de bir payının olmasıdır. Bizim ikinci doğuşumuzu belirleyen öğenin sadece akıl olduğunu söylemek pek gerçekçi bir açıklama olmaz. Bilgiyi hayata adapte eden salt akıl değil, bunun yanında yüreğimizin derinliklerinden gelen derin dalga boylu titreşimleriyle oluşan gönül şualarının yolumuzu, dünyamızı aydınlattığı ve ısıttığı göz ardı edilmemelidir. Bu gerçeğin farkına varan İ. Kant, “Dünyayı bilmek isteyen, onu önce kurmak zorundadır, hem de kendi içinde, ” der.  

               Aklın her yerde, her zaman, her şey için tek çözüm aracı olduğu görüşü öncelikle aklın kabulleneceği bir durum olamaz. Akılcılığın son çözümleme noktası, gidebildiği zirve kendisinin de bir sınırı olduğu (Kantçı öğreti gereği) yargısıdır. Akıl öyle bir kalıptır ki, ona işlemesi için verilen malzeme, veri ne ise onu işler. Yani akıl zihniyetlere göre sonuçlar çıkarır. Zihniyetlerin oluşmasında da aklın büyük payı olmasına karşın tek oluşturucu değildir. Çevre koşulları, cinsiyet, duygu, duyarlık, hissi kablel vuku (içimizden gelen bir ses, çağrı ya da yargı) gönül, öğreti, ölçülülük ya da mantıksal dengeyi iyi oluşturmak gerekir. Mevlana’nın Mesnevisindeki kabak hikayesinde kullandığı müstehcen ama anlamlı metaforda: kadına erkek merkebi Yusuf, erkeğe dişi merkebi Züleyha olarak gösteren cinsel dürtüsü kabarması (şehveti) değil de nedir? Nice, kültürlü, eğitimli, saygın, dindar kişi ve sanatçı kamuoyunun karşısına yüz kızartan cinsel taciz ve tecavüz suçlamalarıyla gelmeleri başka hangi etken ile açıklanabilir. İnsanın ontolojik yapısı üzerine kafa yormayanlar bu güdünün insanı nasıl “hayvandan da aşağı” hale düşüreceği konusunda savunmasız durumda kalırlar. “Aklı” sorgulamaya başladığımız yerde, kendimize de bakıyoruz demektir aslında. Pythagoras’çı öğretide olduğu gibi hala gençlik çağımızda olduğumuza göre, daha gidecek çok yol var.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.