Konya
17 Nisan, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.52
  • EURO
    34.58
  • ALTIN
    2493.1
  • BIST
    9548.09
  • BTC
    63903.8$

AİLEYİ BÖYLEMİ KORUYACAĞIZ(1)

22 Kasım 2017, Çarşamba 07:21

Artık çağdaş bir düzenin parçası haline geldik ya, artık kimse bizim özel hayatımıza karışamaz, sesini yükseltemez, hakkımızda aleyhimize hiçbir söz söyleyemez ve benim özel hayatım yahut haklarım yok mu? Diye direnç gösterdiğimiz 6284 sayıl yasa var ya! İşte bu bizim hayatımızın bir parçası olmaktan çıktı,geleceğimizin reçetesi haline dönüştü ya!!!  Gerisi bize vız gelir tırıs gider diyebiliriz.

Artık eşler kendi aralarında ufak bir tartışma yaşasa, artık baba evinde çocuklarına ufak bir fiske dokundursa veya azarlasa yahut çocuğun evde psikolojisi bozulsa hemen karşınızda demoklesin kılıcı olan 6284’ü bulursunuz.

2012 yılında tamda feministlerin ve dahi Marksist entelektüellerin istediği formatta amacı kadını korumak olan bu yasa ile bir ailenin “Türk Örf Adet, Nizam ve Ölçü Değerlerine” göre hamuru bulunan bir ailenin batının kendi değerlerinden ve yapısal ahlaki örgüsünden kaynaklanan anlayışına göre yorumlanan ve kanun kapsamına alınan zorlayıcı hükümlerine göre; bize uzak olan bir anlayışı uygulamaya koyarak, toplumu ayakta tutmaya çalışmak, tabir caizse maça bir sıfır geride başlamak demektir, bu hem erkeğin hem de bana göre kadının penceresinden bakıldığında böyledir. 

Sanmayın ki mağdur olan sadece evden uzaklaştırılan (genellikle erkek olduğundan) bu acı bu yürek yakıcı garabet yalnız onu psikolojik yönden etkilesin. Evden her kim giderse gitsin ortada çatırdayan koskoca bir aile direği varsa bundan ve ayrıca bundan sonraki bir gelecek içinde ümit beklemek ya da ümit beslemek mümkün olmaktan çıkar ve tamamen soğumaya, kinlenmeye, nefrete, başıboşluğa değer yargılarından kopmaya, uzaklaşmaya ve bozulup çürümeye ve sonunda kokuşmaya zemin hazırlar.

Bir zamanlar övünç kaynağımız, sağlamlık ve devamlılık abidesi olan aile kurumumuz, çağdaşlama saplantıları uğruna ve Osmanlı düşmanlığı kindarlığı ile batıya ve batıla sevdalıların istek ve ilgileri ve zorlamaları sonucu damarlarımızdaki kan değişimine gidilmiş, haliyle ruha da sirayet eden bu yeni yenilenme hareketi zamanla bedenin ruha baskın dünyevi hasletlerin tek geçerli akçe ve toplumsal bakış açısının nasyonal kapitalizmin fitne sermayesine göre şekillendirilip sözde tatlandırılan bu enzimleri bize birer acı reçete olarak sonuçlarını bir yüzyıl sonrası mukabilinde karşımıza çıkarmıştır.

Hal böyle olunca bizim modernleşen aile hayatımızda bir kutlu davaya baş koyan eşler bir yastıkta kocasın diye terennüm edilen dilekler hükmünü değerini yitirerek bu yasal hükmün garantörlüğü ile sanki bir cellâda dönüşen ve sözde kadını korumaya amaçlanan bu garabet uygulama ile mağdur edilen sadece evden gönderilen değil bozulan ruhsal dinamikler ile çatının yıkılan direkleridir. Böyle bir uygulamada ne çocukta moral ararsın ne kadında huzur kalır ne de evden ayrılmak zorunda bırakılan evin direği baba da yaşama tutunma gücü kalır.

Direkt olarak kanuni zorlama ile hatta sadece kadının bir beyanına hasetsen hükme icra olunan bu yasa kadını ne derece koruyacaktır. Manen yıkılan bir düzende ruh hali ve moral faslı bozulan bir bedende gayri hayata olumlu bakma gibi bir hali görebilmek mümkün müdür?

Okullarda o kadar çok parçalanmış aile çocukları var ki; ürkek ve endişeli halleri, masumiyetleri, üzgünlükleri, yalnızlıkları, dokunsan sanki ağlamaklı halleri ve sanki akmaya hazır bir çeşme gibi gözyaşı fırtınaları hepimizi derinden etkiliyor, bunların yüzlerine bakan karşısında sayfalar dolusu bir kitap bulur, tabi anlayanlar için. Sadece fiili bir uygulamaya yani bir şiddete dayalı olmasa bile bir beyana dayalı olarak psikolojik ya da ekonomik denilen bir şiddetin dahi geçerli bir etken kabul edildiği ve tek taraflı verilen bir kararla evinden edilen her kimse(genellikle babadır) artık bu hayattan ümidini kesmeyecek mi? Sizler evden uzaklaştırma tedbir kararını sanki cezaevine konulan ve ıslah olması beklenen bir mahkûm gibi düşünebilir olabilirsiniz ama kaleden atılan kalenin komutanı ise, artık hüküm bitmiş söz sükûta ermiş ve o şen yapı akamete uğramıştır. Gerek uzaklaştırılan gerekse uzaklaşmasına sebep olanlar hayatlarının geri kalan serüveninde içinde derin izler bırakan bu etkiden kurtulamayacaklar, o mutluluğu bir kapris uğruna feda ettikleri aile ocaklarını söndürecekler ve mağdur olan sadece erkek tarafı olmayacak kadında bundan olumsuz etkilenecektir.

Eğer toplumsal yüz karası olarak addedebileceğimiz ve asla aile yapısını koruyamayacağımız ve savunamayacağımız kutsalımız olan ırz ve namus meselesi gibi hassas değerlerimiz lekelenmemişse, ve toplumsal travma olacak herhangi bir akamete uğramamışsa, sevgi saygı ve hoş görü ortamına dayalı olarak yüz sürdüğümüz bu kutsal aile hayatımızı hele ortada sevda ürünü çocuklarımızda varsa meseleleri büyütmeden hatta dillendirmeden gerekirse aile büyükleri nezdinde olsa çözüme kavuşturarak yürütmek ve hayra vesile işlere imza atmak en geçerli bir tercih yolu olmalıdır.  

Yılda yaklaşık yüz binlerce erkeğin evinden edildiği babanın ruhen yıkıldığı savrulduğu ve otoritesinin rencide edildiği, kadının kocasına karşı farkında olmadan feministlerin istediği ölçüde yaklaşımda bulunup ruhen canavarlaştığı, hatta çocuklarını da ister istemez kendi yanına alarak baba ya karşı düşman ettirildiği bir toplumsal yapının sağlamlığını sadece kanun gücü ya da polis zoru ile sürdürmesi mümkün değildir.

Zaten değer kaybı yaşayan bir baba moralmen çökertilen ve kendi dünyasında çürümeye terk edilmiş ve bitkisel hayat dönüştürülmüş haliyle sanki sıradan bir canlıdan farkı kalmamış haleti ruhiyesi ile ivmesini yitirmiş manen yıkık bir duvar gibidir. Peki, bu adamı, bu babayı, hayattan kopartılan bu insanı kim eski durumuna sevk edebilecektir? Hangi kanun, hangi yasa, hangi polis koruması senin o güzellik saçan özlemlerini ve bir zamanlar eşine karşı duyduğun zarif hissettiklerini tekrar hissettirebilecektir. İster evden atılan erkek olsun isterse evde bırakılan kadın olsun, eskisi gibi; bir hiç uğruna bir kapris uğruna heba ettiğimiz bu lezzeti, bu letafeti, bu zarafeti bu duygusal rengârenkliliği tekrardan görebilmeleri ve yaşayabilmeleri mümkün müdür? İçlerinde her daim esen bir deli fırtına, yıkılan bir direğin yüreklerine oturan kazık misali saplanan bir derin acısının insanı parçalayan ve yürekleri yakan hüznünü bulmayacaklar mı? .(devam edecek)

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.