Konya
28 Mart, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.31
  • EURO
    35.07
  • ALTIN
    2278.2
  • BIST
    8994.92
  • BTC
    70331.45$

ABDURRAHİM KARAKOÇ VE NECİP FAZIL’DEN ŞİİR

02 Ekim 2020, Cuma 10:03

Türk şiirinin büyük şairi Abdurrahim Karakoç eserlerinde naif bir isyancıdır.

Yaşadığı dönemde devletin insanlar üzerinde kurduğu baskıya  karşı çıkar.

Devletin  getirdiği yasaklara itaraz eder.

Baskıcı rejimin uygulamalarına isyan eder.

Varlıklı bir insan değildir ama cesurdur.

Sözünü esirgimez. Hapishaneler de kendisini korkutmaz.

Sözlerine ve şiirlerine duyguyu katar. Bazen çok öfkelidir bazen de çok duygusal.Farklı  tarzlarda aşk şiirleri  de  yazar.

Hayata boyunca devletin güç ve imkanlarından nemalanmamıştır. O tarafa “Eyvallah” dese, mal mülk, makam her imkan elinin altında olacaktır.

Lakin Abdurrahim Karakoç ilkelerinden, ülküsünden, ülke ve  demokrasi  inancından asla taviz vermez. Yokluk içinde yaşar, devletin kendisinin “He.” Demesi halinde sağlayacağını olağanüstü imkanları ise onursuzluk olarak görür.

Karakoç, dindardır.

Karakoç, ülküleri olan Türk milliyetçisi bir dava adamıdır.

Karakoç’un aklından Musul ve Kerkük  hiç çıkmaz.

Türk edebiyatının ve şiirinin çok sayıda diyemeyeceğimiz  hırçın ve çoşkulu kalemlerinden birisi de Necip Fazıl Kısakürek’tir.

Kısakürek’te, Abdurrahim Karakoç gibi aslen Kahramanmaraş’lıdır..

Kısakürek, Karakoç’a göre  gerek özel hayatında ve gerekse  eserlerinde çok sertti. Çalkantılarla dolu bir özel hayatı olmuştu. Edebiyat alanında da yaşadığı dönemde çok sert polemikleri, tartışmaları ve kavgaları   olan  bir insandı.

Rahmetli Kısakürek’in hayatı çok boyutlu yaşadığını biliyoruz.

O da  gözünü budaktan, sözünü  ise hiç bir otoriteden esirgemeyen çok cesur bir insandı.

Kitaplarını okumuştum. 70’li yılların sonunda da çıkardığı “Büyük Doğu” Dergisinin çıkıcağı günü sabırsızlıkla bekler, bayiden  alır ve okurdum. Okuduktan sonra birisine vermez ya da alıp bir kenara atmazdım. Biriktirir ve saklardım.

Değerli okuyucular bugünkü yazımızda Abdurrahim  Karakoç’tan iki, Necip  Fazıl Kısakürek’ten de bir şiiri sizlerle paylaşmak  istedim. Umarım şiirleri seversiniz.

Bu arada Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiiri, bizim ilk gençlik  yıllarımızda ezberlediğimiz bi şiirdi. Dertlendiğimizde geceleri  yazda, kışta sokaklara  çıkır okur ve efkarlanırdık.

 

Hasan'a Mektup - 9

Çok oku, çok düşün, çok şeyler anla,
Aha bu mektubu alınca Hasan.
Manalar iplikten incedir amma,
Kelimeler biraz kalınca Hasan.

Gene ağzımızı açmıyor bıçak,
Huzur size ömür..... Dert salkım saçak.
Oyuna kalkıyor yüzlerce köçek,
Batıdan bir hava çalınca Hasan.

Kök saldı bahçede ayrık otları,
Yemler pay edildi, sattık atları.
Biz kovalım derken baştan bitleri,
Sülükler yapıştı, kulunca Hasan.

Süt dolu güğümü çalarız taşa,
Kutsal görevimiz 'Sağol çok yaşa! '
Mülkte hakikati aramak boşa,
Tüm suçlular güçlü olunca Hasan.

Derisini yüzdük demokrasinin,
İşi iştir imtiyazlı asinin.
Hakikatte vahşi, sözde 'vasinin'
Dörtnala gidilir yolunca Hasan.

Canım Hürriyeti koydunsa ara,
Ekmek yalınayak kaçtı dağlara.
Çevremize küsmüş kardeşlik var ya,
Haber ver, izini bulunca Hasan.

Soysuzlar taş atar mukaddesata
Karşı duramazsak bizdedir hata.
Tahammül teşviktir, böyle hayata,
Öl... İnsan küçülmez ölünce Hasan.

 

Hasan’a Mektup

Oğul bir mektup yaz bizim Hasan'a,
Bıldırki itlerin çoğu öldü de
Tor tosunlar kayış yardı bu sene,
Koç öküzler epey ayrık yoldu de.

Aramızda yamrı yumru tepeler,
Sokaklarda seyip gezdi sopalar
Sen giderken yeni doğan sıpalar
Torunlu morunlu eşek oldu de.

Köye çoban ettik sağır ibiş'i,          
Çatal doğurtuyor erkek çebişi
Yağcılıktan yükün tuttu çok kişi,
Gene aşiretin yüzü güldü de.

İbibikler dama yaptı yuvayı,
Pis kokudan balta kesmez havayı
Sorarsan şo bizim eski davayı,
Can sıkmasın, kıyamete kaldı de.

Biraz daha azdı dünkü sinekler;
Yular bırakmadı kırdı inekler
Çıkın edip gönderdiğin dilekler,
Yalınayak gözü yaşlı geldi de.

İncitmeyin derken gönül hatırı,
Gebe çıktı Solakların katırı
Kör kıvrak bir kırık yemden ötürü,
Düşmanların davulunu çaldı de.

Fukaralık bağdaş kurdu hasıra,
Harçlık marçlık gönderemem bu sıra
Hele mektup için bakma kusura,
Pul parası kesemizi deldi de.

Yırtıldı geceler çakal sesinden;
Kazlar kafa çeker el kesesinden
Bozuk terazinin sol kefesinden
Demlenen hıyarlar rağbet buldu de.

Sen gideli çok haşerat türedi;
Anaç balıkların hepsi tüledi
Kavaklara kaplumbağa tünedi!
Yörük yaylasına çingen doldu de.

KALDIRIMLAR

I

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

 

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

 

İçimde damla damla bir korku birikiyor;

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;

Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

 

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

 

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!

Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;

Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

 

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;

Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

 

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

 

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;

Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,

Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

II

Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,

Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!

Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,

Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!

 

Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,

Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.

Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;

Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

 

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;

Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.

Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;

Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

 

Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!

Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.

Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...

Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...

III

Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,

Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.

Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,

Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.

 

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,

Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.

Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,

Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

 

Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;

Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,

Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

 

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;

Bana rahat bir döşek serince yerin altı,

Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...

Necip Fazıl Kısakürek

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.